Theoden

25 Şubat 2020
Çeviri: 146
Düzenleme: AntiYasuo
627 Görüntülenme
Bu bölümü 2 Kişi beğendi.

Baş Havari Kraus

Camthalionun güneybatısında, karanlık bölgeye yakın Yati adasında

Gökyüzündeki bulutların rengini ifade etmek için, zifir kelimesi dahi yeterli gözükmüyordu. Bulutların karanlığından dolayı, Yağan yağmur taneciklerini görmek ancak yer yüzüne düşmek üzereyken mümkün olacakken, ardı ardına ve uzun uzadıya çakan şimşekler, güneşin yokluğunu dahi aratmıyor ve kara bulutlara inat ortamı aydınlatıyorlardı. Ancak bu ışık çağlayanının oluşturduğu aydınlık, huzurdan ziyade korku ve huzursuzluk yayıyordu. Yağan yağmur o kadar şiddetliydi ki, sanki savaş kaybetmiş bir tanrının hüznünün göstergesi gibiydi ve amacı toprağa bereket getirmek değil, yer yüzüne ölüm sunmakmışçasına öfkeyle yağıyordu.

Adaya sekiz ayrı gemi aynı anda yaklaşmıştı. Gemiler ne bilindik bir korsan bayrağına, ne de imparatorluk filosunun gemilerinin armasına sahip değillerdi. Bayrak olarak siyah zeminin üzerine elinde yedi ayrı silah tutan, yedi elli tuhaf bir yaratık görünüyordu ve bu sancağın yanında da tamamıyla siyah bir sancak daha duruyordu. Bu gemilerle beraber bir kişi de, tuhaf bir hayvanın üzerine binmiş halde, adanın üstünde daireler çiziyordu. Yati adası, ismi suçlu defterinde 44. Sırada yazılı olan korsan Theodore’nin bölgesiydi. Düz siyah sancak yeterince açık bir mesaj verse de, bu alışık olmadıkları sancağı taşıyan geminin dost mu yoksa düşman mı olduklarını anlamak adına, gemilere yakın tarafta duran gözcüler sorgulamaya başladılar. Soru soran adamın üzerinde naylondan bir kapşon vardı ve buna rağmen, vücudundaki her zerreye, yağmur böylesine çetin yağıyorken dokunmuş olmalıydı.

“ Sizler de kimsiniz ? Kendinizi tanıtın yabancılar. Bu sancağı daha önce hiç görmedim ve siyah sancak taşıdığınıza göre dostane amaçlarınız olmasa gerek. “

Tamamıyla beyaz renkten oluşan bayrağın teslim olma anlamına gelmesi gibi, siyah sancak da tam aksini gösteriyordu. Bu sancağın verdiği mesaj şuydu. Kim olursan ol biz düşmanız ve onlarca yıldır denizlerde olan Theodore korsanlarından hiç kimse daha önce bu sancağa sahip bir gemi ile karşılaşmamışlardı. Gözcünün söylediklerine ziyaretçilerinin cevabı sözle olmamıştı. Gözcü göğsüne saplanmak üzere olan oku fark ettiğinde cevabı almıştı. Ok tam kalbine değdi ama saplanmadı. Zira bedenine dokunur dokunmaz büyük bir gürültüyle patlayıp vücudunun parçalarını dört bir yana savurmuştu. Bunu gören diğer gözcü korkuyla bağırdı.

“ Saldırı altındayız savaşa hazırlanın. Theodore’ye haber verin. “

Bu gözcünün üzerine de bir ok geliyordu. En azından görevini yapıp yandaşlarını uyarmanın huzuru içinde ölebilirdi. Okun tenine dokunmasına iki metre kadar kalmıştı ki, havada infilak etti. Onu havada vuran hançerin sahibi söze girdi.

“ İhtiyarın bölgesine böyle düşmanca girdiğinize göre, ya onu hiç tanımıyorsunuz ya da tanıyorsunuz ama ölme arzunuzun önüne geçemediniz. “

Konuşan kişi Theodore’nin en yakın ve en güçlü adamı olan Samper idi. Sırtının tamamını kaplayan bir kalkan orada asılı duruyorken, göğsüne ise çapraz şekilde bir savaş baltası asmıştı. Çift elli bu uzun silahın keskin yüzleri boynuna o kadar yakındı ki, silahını böyle taşıyıp gezen bir adam kesinlikle çılgın olmalıydı. Sinek kaydı traşlı yüzünün sağ tarafında, gözüne yakın bir yarası vardı. Yarası dışında, bir korsanın sağ kolu olmak için fazla yakışıklı ve memur görünüşlü bir yüze sahipti.

“ O gözcünün saldırımı görmesine rağmen, gücümü kabullenip eceline boyun eğmesini istemiştim. Bu yüzden yavaş bir patlayıcı ok gönderdim ama sen tüm zevkimin içine sıçtın. Bunun bedelini ödeyebilecek misin? “

Konuşan adam gemiden henüz inmişti ve yüksek dalgalar kıyıdaki adamın bacaklarına vurup geriye dönüyordu. Çakan yıldırımın ışığında görülebildiği kadarıyla, sol elinde çok büyük olmayan ama kesinlikle tehlikeli görünen bir arbalet tutuyordu. Arbaletin üzerine, sancaktaki tuhaf yaratığın ellerinden birisi resmedilmişti ve ateş ederken silahın kullanıcısı, elini tam o elin üzerine getiriyordu. Ancak şu an nişan almadığından rahatlıkla el deseni görülebiliyordu.

“ Sıradan adamlara benzemiyorsunuz. Madem düşmanız seni tanımama izin ver. “

“ İsmimin bir önemi yok. Kalinin havarilerinden birisi olduğumu bilmen yeterli olur. “

Samper bu grupla karşılaşacağını hiç düşünmemişti. İsimlerini gazeteden okumuş olsa da, imparatorluğun korku politikalarından birisi olduğunu düşünmüştü hep ama şimdi karşısında onlardan birisi duruyordu ve tepesinde uçan yaratığın üzerinde duran kişi de bir başka havari olmalıydı. Samper’in havadaki yaratığı gözleriyle takip ettiğini gören havari devam etti.

 

“ Onun adı Kraus. Üzerine bindiği lanetli yaratık ise Kaliden bir hediye. Kraus havarilerin en güçlüsüdür ve Kali ile iletişim kurabilen tek kişidir. “

“ Sizin gibi yedi kişi mi var yani? “

“ Şimdilik sadece üç kişiyiz. Diğerleri mutlaka mezalimin peşinden gelecektir. “

“ Gemilerdeki diğer kişiler sıradan insanlar o zaman? “

“ Güçsüz olan kimseyle işimiz olmaz. Yemeklerimizi pişirecek aşçılar bile en azından yüzbaşı seviyesindedir ve bir çoğu çok daha güçlü. Buraya gelme sebebimiz de bu. Kali’nin yolunu seçin ve takipçimiz olun. Güçsüzleriniz öldürülecek, ancak bize hizmet etmeye layık gücü olanlar, yaşamakla ödüllendirilecek. “

Samper iç cebinden metal görünümlü bir şişe çıkarıp kafasına dikti. Yüzüne bir gülümseyiş çökmüştü ancak bunun sebebi mutluluk değil, içinde bulunduğu trajikomik durumdu.

“ Bakıyorum da oldukça bonkörsünüz. En azından bana amacınızı ve Kali’nin arzusunu anlat. “

“ Esas amacımız, Theodene ölüm getirmek. Tüm theodeni ele geçirip, Kalinin buyruklarıyla hüküm sürmek. Ölüm tanrısı ya da bir iblis olarak bilinmesine bakma; güçlüler için keyif verici bir dünya yaratacağız. Gücünün yettiği her şeyi elde edebileceksin. Güzel bir kadına ya da eve senden daha güçsüz birisi sahipse, onları elde etmenin sorun olmayacağı bir dünya hayal et. “

Havarinin gözleri parlamaya başlamıştı. Üzerine yağan yağmura aldırmadan, kollarını açıp gökyüzüne bakarak devam etti.

“ İşte bu Kalinin istediği kusursuz dünya. “

“ Cidden bir iblismiş. Başkasının malına hatta karısına çökmeyi bile normal gördüğüne göre… Bir korsan olarak benim bile midem bulandı. “

Samper ve havari sakince konuşuyor olmalarına rağmen, adadaki diğer korsanlar hezimeti yaşıyorlardı. Kimileri kaçmaya çalışıyor, bazılarıysa savaşarak ölüyorlardı. Samper durumun farkında olsa da, karşısındaki havariyi savaşın dışında tutarak, yandaşlarına yeterince faydalı olduğunu düşünüyordu.

Bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Theodore’nin gökten kendi üzerine doğru düştüğünü gördü Samper. Bu yüksekten bir atlayıştan ziyade, bir darbenin etkisiyle savrulan bir bedenin çakılışına benziyordu. Samper kaptanını yere çakılmadan yakalamayı başardı ve o zaman hayatını adadığı adamın acizliğine tanık oldu. Yüzü yara bere içindeydi ve uçan yaratığın bedenini oluşturan maddeye benzeyen siyah tuhaf şeyler, bedeninin bir çok tarafına yapışmış ve dokunduğu deriyi delip, etlerini yakmış gibi görünüyordu.  Lanetli yaratığıyla beraber Kraus üzerlerine doğru dalışa geçmişken kaptanının güç bela konuşabilmesine rağmen söylediği son sözlerine kulak verdi Samper.

“ Bu adamlara karşı kazanabilecek birisini tanımıyorum. Hala ellerim yerindeyken seni olabildiğince uzak bir yere ışınlayacağım. Bu şeyler bedenime değmişken zaten yaşayabileceğimi sanmıyorum. Bu yüzden yaşa ve havarilerin gerçekten geldiklerini Ulu Hakanlara haber ver Samper. Seni bir tanesinin yanına ışınlayacağım. “

Krausun dalışa geçen yaratığının kendilerine ulaşmasına beş metre kalmıştı ki, Samperin bedeni kayboldu. Theodore’nin tüm bedeniyse siyah bir maddeyle kaplanıp, kısa süre içerisinde eridi. Kraus tatmin olmasa gerek ki öfkeyle bağırdı.

“ Burada işe yarayacak iki kişi vardı. Birisi öldü diğeriyse kaçtı. Kalanların hepsini katledin. Katledin ki, Kali’nin öfkesi üzerimizde olmasın. “

 

Samper’nin bedeni, Daha önce hiç görmediği bir ada kıyısında ortaya çıkmıştı. Kaptanın akıbetini görememiş olsa da, üzerlerine dalan şeytani özden kaçması mümkün olmadığından, muhtemelen ölmüştü. Yas tutacak zamanının olup olmadığına dahi emin değildi Samper.

“Ulu hakanları bulmalıyım. Kaptanı birkaç saniyede öldüren adamlardan onları haber etmeliyim.”

Bu düşünceyle hiç bilmediği dev adada, birilerini bulmak için ilerledi.

 

ULU HAKANLAR

Sayıları dört olup, Theodenin dört ayrı bölgesinde( Kuzey,Güney,Doğu,Batı) hüküm süren kişilerdir. Bu kişilerin imparatorlukla iyi ya da kötü ilişkileri bulunmadığından, Rohan’ın mantığıyla, kendi bölgelerine çekilmiş ve dünya işlerine karışmayan bir kafayla bölgelerini yönetirler. Bulundukları bölgeler Dünyanın uç noktaları ve az nüfuzlu yerler olduğundan, imparatorluk için kıymeti olmayan yerlerdir. Pek piyasaya çıkmasalar da her birinin bir mareşal gücünde oldukları söylenir. Birbirlerinden bağımsız hareket ederler ancak bazı özel durumlarda toplanıp kendi kararlarını verirler. Daha önce sadece bir kez toplanmalarına rağmen, ortak karara varamayarak bölgelerine dönmüşlerdir. Hakan ünvanı da onlara denizciler ile korsanlar tarafından verilmiştir.

DOĞU HAKANI : Theodenin coğrafyasından dolayı, yüz ölçümü olarak en küçük bölgeyi yönettiği ve ulaşılması en kolay hakan olduğu düşünülür.

KUZEY HAKANI : Theodenin kuzeyindeki, en sakin okyanus bölgelerine sahip ve kıtalara ulaşma konusunda da en uygun bölge olan, kuzey adalarının hakimidir.

GÜNEY HAKANI : Konumundan dolayı bu hakanın bölgesinin bir kısmı karanlık bölge içerisinde kalır ve son yirmi senedir hiçbir aksiyonun içinde bulunmamıştır.

BATI HAKANI : Varlığı dahi kesin olmasa da, isimleri bilinen Sairalin kıtasının büyük bölümü ve Luthien kıtasının da tamamı bu hakanın bölgesidir. Çoğunluğu karanlık bölgede olan batı bölgesine hakim olduğundan, en güçlü hakan olduğu düşünülür ve korsanlar tarafından Hakanların Hakanı ismiyle anılır.

 

Lütfen okuduğunuz bölüme yorum yapmayı unutmayınız. Unutmayın ki yaptığınız her yorum çevirmenleri cesaretlendirir ve mutlu eder. İyi okumalar.
Yorum Yap
Üyelik girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için tıklayın.
Yorumlar