Vampir Hükümdarı
Katil (2)
Rogy köyü oldukça mütevazi bir köydü. Üç yüz yirmi beş kişilik bir
nüfusa sahipti. Fakat hemen hemen herkes birbirini tanıyordu. Biraz fakirlerdi
ama oldukça mutlulardı.
En azından dıştan böyle gözüküyordu.
Yuen ve Noah köyün girişinin tahta surlar ile çevrildiğini
gördüler. Tek darbe ile yıkılabilir gibi dursa da ölümlüler için oldukça iyi
sayılabilirdi.
Dışarıda ise iki tane kaslı tahta mızrak tutan adam vardı. Birisi
siyah kısa saçlara sahip iken diğeri kahverengine yakın bir saç rengine
sahipti. Ortalama Noah'tan on santimetre uzundular.
Kahverengi saçlı olan bizi gördüğü gibi tahta mızrağını doğrulttu.
"Kimsiniz siz!"
Siyah saçlı olanın da tepkisi gecikmedi. Hemen o da saldırı
pozisyonuna geçti.
Noah iç çekerken neden bu kadar saldırgan davrandıklarını merak
etti. Bunun tersi olarak ise Yuen kibirlice güldü.
"Hem bizden yardım istiyorsunuz hem de mızrak mı
doğrultuyorsunuz? Cık, cık."
Noah elini yüzüne koyup ikinci kez iç geçirdi. Bu kız ne durumda
olursa olsun zeka eksikliği varmış gibi kibirliydi.
O sırada iki muhafız görünümlü adamlar kafa karışıklığı ile
baksalarda mızraklarını indirdiler.
Siyah saçlı olan sordu.
"Siz ikiniz Yanan Güneş Tarikatı müridi misiniz?"
Noah onayladı.
"Evet."
Siyah saçlı adam ikiliyi biraz süzdü. Ardından kaşları çatıldı.
"Ula siz daha bebe sayılırsınız. Nasıl... Ov~"
Sözü birden karnına yediği dirsek ile kesildi. Dirseği atan
kahverengi saçlı olandı. Saygı ile eğilirken içten bir şekilde eğildi.
"Arkadaşım biraz dar görüşlüdür. Lütfen arkadaşımın
davranışını affedin saygı değer üstatlar."
Noah'ın gözü bir anlığına seyirdi. Kendileri daha temel oluşumu
bile aşmamışlardı. Üstat unvanını hiç bir şekilde hak etmiyorlardı.
Aceleyle ellerini sallarken konuştu.
"Ne üstadı? Bizler sadece temel oluşum da olan
müritleriz."
Yuen ise tam tersi bir tepki ile "olması gereken de
buydu" der gibi bir edayla konuştu.
"Hıhı sorun değil. Bu üstadınızın iyi gününde olduğunuz için
şanslısınız."
İkilinin tezat tavırları adamların kafalarının iyice karışmasına
neden oldu. İkisinin de aklında tek bir düşünce vardı. 'Bunlar görevi
yapabilecekler mi?'
Yine de düşüncelerinin tersine kahverengi saçlı olan oldukça güzel
bir şekilde konuşarak yol verdi.
"Teşekkürler üstatlar. Kusura bakmayın sizi de beklettik
burada. Geçin, buyurun."
Noah burnunu kaşıdı. Yuen ise güldü ve beklenmedik bir hareket ile
onun koluna girdi. Kolu ister istemez, onun göğüslerine değiyordu!
Kızardı ve konuşurken utançla kekeledi.
"Ne, ne yapıyorsun Yuen!?"
Yuen, yaramaz bir çocuk gibi daha da sıkı sarılarak nazlı bir
şekilde, "Ne? Müstakbel kocama sarılamaz mıyım?" diye
sordu.
Noah iyice kızarsa da cevap veremedi. Bunun yerine kafasını yana
doğru çevirip, "İstediğini yap." dedikten sonra
onları bekleyen muhafızlar ile ilerlemeye başladılar.
Muhafızlar, Noah'a hafif bir imrenme ile bakıyor gibilerdi. Noah
sebebini anlamasa da kafasına takmadı. Kolunda ki güzel his onu ister istemez
gevşetiyordu.
'Julia'dan daha dolgun.' diye
düşündü. Kendilerini düşüncelerden uzaklaştırma sebebiyle başını iki yana
sallayıp etrafı gözlemlemeye başladı.
Köy tahmininden daha iyi gözüküyordu. Küçük köy evleri ve
dükkanlar belirli bir düzendeydi. Çoğunlukla sebze olarak patates, havuç,
soğan, meyve olarak muz, elma gibi şeyler satılıyordu. 'Buranın
çevresi oldukça zengin.' diye düşünmeden edemedi. Bunun dışında
tüm yapılar biraz kirli olsa da oldukça sağlam görünüyordu. 'En azından bir
ölümlü standartına göre.' diye düşündü. Tek yumrukla olmasa da beş yumrukla bir
binanın duvarını yıkabileceğine güveniyordu.
Tüm bunlar dışında ilgisini çeken farklı bir nokta vardı.
"Sanki hiç bir şey yokmuş gibi oldukça mutlular."
diye mırıldandı.
"Bizler, mutluyuz çünkü kayıtsızız. Sonunda öleceğimiz bu
dünya da korkmanın, tedirgin olmanın anlamı nedir?" diye
yanıtladı kahverengi saçlı olan.
Noah düşündü. 'Ölümlü olsaydım bunlar gibi kayıtsız
olabilir miydim?'
Yuen'in, "Hıh, klâsik ölümlü zihniyeti." diye
mırıldandığını duydu. Neyse ki kimsenin duyamacağı kadar kısıktı.
İstemsizce Yuen'e hak verip, kafasını iki yana sallayarak
düşünceleri aklından kovdu. 'Ben ne ölümlüyüm ne de bu köylüler
kadar rahat birisiyim. Bunları kıyaslamam saçma. Ayrıca... neyse umarım şüphem
yanlıştır.'
Tam bunu düşünür iken retinasında bir yazı belirdi. Yazıyı
okuduktan sonra retinasından kovdu.
Sonrasında önüne döndü ve muhafızlardan siyah saçlı olana sordu.
"Daha ne kadar yolumuz kaldı?"
Siyah saçlı olan ona sürüldüğünü fark edince gülümseyerek
cevapladı.
"Şuradan dönünce, köyün yaşlısı ile görüşebilirsiniz."
Noah onayladı ve Yuen ona dayanmış iken kafasını Yuen'in kafasına
dayadı.
Yuen dondu. Bir şey demek istedi. Fakat pancar gibi kızardığından
ağzından bir şey çıkmamış en sonunda sessiz kalmıştı. Açıkçası Noah'ın kafasını
ona dayamasını beklemiyordu.
Noah ise zafer kazanmış gibi gülümserken konuştu. 'Sen,
bana öyle yaparsan bende böyle intikam alırım. Gerçi biraz hafif bir intikamdı
ama olsun.'
İkili sevgili gibi dolaşır iken sonunda nispeten büyük bi köy
evine geldiler.
"Yaşlı burada kalıyor. Bizim görevimiz de burada sonlanıyor.
Kendinize iyi bakın gelişimciler." dedi siyah
saçlı olan ve ikisi geri dönmeye başladılar.
Noah derin bir nefes aldı ve kolunu silkeleyerek Yuen'in
kollarından kurtuldu.
"Yuen konuşma konusunda benden daha iyi olduğundan konuşma
işini sana bırakıyorum."
Yuen şaşırdı.
"Ben mi?"
Noah alaylı bir ifade ile yanıtladı.
"Burada senden başka Yuen yok bence."
Yuen kafasını iki yana salladı.
"Hayır demek istediğim..."
Noah lafını kesti.
"Biliyorum. Tam da o yüzden yardımın lazım. Kendimi
biliyorum. Seni de az buçuk biliyorum ve madem eşim olacaksın sana güvenmeliyim
öyle değil mi?"
Cümlenin sonunda sıcak bi şekilde gülümsedi. Annesinden
öğrenmişti. Genelde böyle bir ifade takındığı vakit annesi illaki istediğini
yapıyordu. 'Aynısı neden Yuen de yaramasın ki?'
Noah'ın gülümsemesi, gerçekten de Yuen'in tüm red duygusu eritti.
Kızararak, "Tamam, tamam. Ben konuşurum hıh."
derken bakışlarını kaçırdı ve kapıya tıklattı.
Kapı oldukça eski gibiydi. Ahşaptan yapılmıştı. Diğer evlerle
hemen hemen aynıydı.
Kapıya tıklatıldıktan sonra beş saniye sonra "Geliyorum!" diye
bir erkek sesi geldi.
Yaklaşık on beş saniye daha geçtikten sonra gıcırdatarak kapı
açıldı.
Karşılarında güler yüzlü yaşlı bir adam vardı. Ağarmış saçları ve
gökyüzü gibi gözleri onu başlıca belirten özellikleriydi. Ayrıca oldukça
sıskaydı. Öyle ki giydiği tek parça kıyafet bile ona bol geliyor gibi
gözüküyordu. Elinde uzun bir baston vardı.
'Anlaşılan topal.' diye düşündü. Fakat
düşüncesini tabii ki de dile getirmedi.
Yaşlı adam ikisini de süzdü ve gülümseyen ifadesini koruyarak "Hoşgeldiniz
gelişimciler. Bende sizi bekliyordum." dedi.
Yuen kibirle homurdandı.
"Direkt konuya geç ihtiyar. Ateşli kokarcaların yuvası neresi
ve neden size saldırıyorlar?"
Oldukça direkt olan soru karşısında yaşlı adam afalladı.
"Şey... içeride konuşsak?"
Yuen reddetti.
"Gerek yok. Sadece sorularıma cevap ver ihtiyar. Daha yapacak
işlerimiz var."
Yuen'in otoriter tavrı sebebiyle yaşlı adam tamamen afallasa da
yavaşça dökülmeye başladı.
"Köydeki çocuklardan birisi ormanda gezerken bir şey buldu. O
şey oldukça değerli bir hazineydi. Öyle ki tüm köye refah sağlayabilirdi. Fakat
onu elde ettikten bir kaç gün bile geçmeden Ateşli Kokarcalar birden saldırmaya
başladı. Afalladık. Hiç beklemediğimiz için on çocuk beş yaşlı öldü. Sizden
isteğimiz..."
Bir harita uzattı.
"Haritada ki işaretli yeri temizlemeniz."
Yuen ve Noah aynı anda kafasını salladı.
"Peki o şey dediğiniz şey ne?"
Yaşlı adamın ifadesi katılaştı.
"O... kusura bakmayın size söyleyemem. Lütfen anlayış ile
karşılayın."
Yuen, yaşlı adamı daha da sıkıştırmak üzereydi. Fakat birden
birisinin kolunu tuttuğunu hissetti.
Sonrasında ise Noah, "Pekala, işimiz bitince geri
geleceğiz." dedi ve Yuen ile oradan ayrıldılar.
Yaşlı adam onları katı bir yüz ifadesiyle izlerken yavaş adımlar
ile evine geri girdi. Ne yazık ki kimse kapıyı kapatırken ki gözlerinde ki
korkunç bakışı fark etmedi.
Noah onun içeri girdiğinde emin olduktan sonra rahat bir nefes
aldı. Yuen ise o sırada söyleniyordu.
"O yaşlı bunak kendini bir şey sanıyor. Hem o kokarcaları
nasıl başarmışlarsalar kızdırmışlar hem de bizim temizlememizi
bekliyorlar!"
Noah ise tam tersi baya sakindi.
"Yuen, sakinleşmelisin. Sen de biliyorsun. Bu köylerin hepsi
tarikata bağlı. Ne yaparlarsa yapsınlar bizim sorumluluğumuz altındalar."
Yuen iç geçirdi.
"Bunu bilmiyorum ama..."
O sırada Noah sözünü kesti birden.
"Ayrıca teşekkür ederim."
Yuen şaşırdı.
"Ha? Ne için?"
Noah önden yürümeye başlarken yanıtladı.
"Hiç, boş ver. Gel şu ateşli kokarcalara bakalım."
Yuen de hemen peşinden koşarken bağırdı
"Hey, beni bekle."
Ve bu şekilde ikilinin hiç beklenmedik yönlere kayacak macerası
başladı.
...
Ormana yakın bir yerde. Üzerinde beyaz çizgiler olan kızıl kürke
sahip hayvanların kimisi etrafta koşuşturuyor, kimisi ise miskin miskin
yatıyordu. Hepsinin keyfi yerinde gibiydi.
Tam o sırada acı bir çığlık duyuldu.
Ciik!
Ateş kokarcaları hemen dikildi ve sesin hedefine koşuşturmaya
başladılar. Normal kokarcalar tek yaşarlardı fakat ateş kokarcaları daha çok
sürü halinde hareket etmeyi severlerdi. Bu sebeple birine bir şey olursa illaki
intikam alırlardı.
Kokarcalar hızlı bir şekilde izlemeye başladı ve sonunda onlar
için dehşet verici bir sahne ile karşılaştılar.
İki insan yoldaşlarını öldürüyordu. Her yerde kan ve garip bir
koku vardı. Bir ateşli kokarca leşi sağda ağaca dayanmış diğer ateşli kokarca
cesedi ise tam yeni gelenlerin gözünün önünde idi.
Erkek olan gülümsedi. Gülümsemesi ateşli kokarcaları iyice
delirtti ve hızla atıldılar.
Tam da o sırada...
Güm!
Hepsi birden çukura düştüler. Noah başarı ile kafasını salladı.
"O çukuru kazarken oldukça zorlandık ama değdi."
Yuen de aynı şekilde gülümsedi ve içtenlikle konuştu.
"Güzel fikirdi. Sayende işimiz üç kat kolaylaştı."
"Aynen."
Noah o sırada adım adım ilerlerken aklına bir soru takıldı. 'E
bunları nasıl öldüreceğiz?'
Yuen ise sorusuna cevap niteliğinde depolama yüzüğünden bir eşya
çıkarttı. Küçük bir kibritti bu.
Yuen kibriti yaktı ve çukurun içine attı.
Boom!
Küçük bir patlama oldu ve alevler patlayan bir volkan misali
havaya fırladı. Hemen ardından ise kokarcaların çığlıkları yükseldi.
Yuen, bu çığlıklar eşliğinde alevleri izlerken oldukça kayıtsız
bir ifadeye sahipti. Sanki şömine yanıyormuşta onu izliyor gibiydi.
Noah biraz şaşırsa da bir şey söylemedi. Bunun yerine "Hadi
şu yuvayı temizleyelim." dedi.
Yuen nedenini bilmese de oldukça uysal bir şekilde onayladı.
İkisi birlikte yuvaya doğru ilerlemeye başladılar. Oldukça yakın
olduğundan çabucak vardılar fakat gördükleri yüzüne ikisininde gözleri faltaşı
gibi açıldı.
"Bunlar..."
Noah, Yuen'in lafını tamamladı.
"Cehennem Ateşi çiçekleri..."
Cehennem Ateşi çiçeği, kıpkırmızı sapları ve alevin her tonunu
barındıran taç yaprakları ile kendini belli eden özel bir çiçekti. Oldukça
nadir bulunurlar ve yoğun ısı olan bölge de yetişirlerdi.
Bu çiçekler oldukça değerliydi çünkü Ateşe Dayanıklılık Merhemi
yapılabilirdi. Bu merhem sıradan alevlere karşı büyük bir direnç sağlayan
mucizevi bir şeydi!
Ayrıca alev elementi kullanıcıları için de oldukça işe yarar bir
kaynaktı bu çiçek. Fakat ne yazık ki yanlarında ki kimse ateş elementi kullanmıyordu.
Hatta daha elementleri bile belli değildi.
Üstelik burada yirmiye yakın çiçek vardı.
"Ee... Bu kadar çiçek biraz... fazla değil mi?" diye
mırıldandı şok olmuş bir biçimde.
Noah ağır bir şekilde onaylarken yüzünde soğuk bir ifade vardı.
"Bunları... yok etmeliyiz."
Yuen onayladı. İkisi de bunun değerini farkında idi. Bunu bırak şu
anki güçlerini, mevcut güçlerinin bir kaç katına sahip olsalar bile bunlara
sahip olduklarını öğrendikleri an ölürlerdi.
"Fakat bunların kaynağı ne? Magma olan yerlerde yetişmesi
gerekmez mi bunların?"
Noah da aynı şeyi merak ediyordu. Fakat önce bunları yok
etmelilerdi. Tam yok etmesi için Yuen'e kibrit çıkarmasını isteyecekti ki
annesinin ateş elementi kullandığı aklına geldi.
"Onlara da bakarız. Aklıma geldi de annem de alev elementi
kullanıyordu. Bir kaç tane alıyorum buradan. Kalanını yakarız."
Yuen umursamadı. Annesi rüzgar büyücüsü olduğundan ona fark
etmezdi. Noah eğildi ve beş tanesini söktü.
Sanki canlılarmış gibi çiçekler kıpırdadı bir kaç kez fakat sonra
duruldular. Noah onları Yuen'e uzattı.
Yuen, ne için uzattığını bilse de bu şekilde çiçek uzatılması
nedeniyle mutlu oldu ve çiçeği kapıp depolama yüzüğüne attı.
Noah, Yuen'in neden mutlu olduğunu anlamadığından anlamsızca
gözlerini kırpıştırdı.
Sonrasında Yuen bir kibrit çıkarttı ve yakıp çiçeklerin ortasına
attı.
Sonrasında ise ikisi de geriye sıçradılar. Ne de olsa ikisi de
kokarcanın yanıcı kokusundan etkilenmişlerdi.
Çiçekler oldukça yanıcıydı. Kısa sürede tüm çiçekler yanmaya
başladı. Oldukça güzel ve bir o kadarda üzücü bir manzaraydı.
Elbette Noah pek etkilenmedi. Aynı şekilde Yuen de. İkili sessizce
sönmesini beklerken bir dal kırıldı.
Çat!
Yuen ve Noah reflesif bir hareketle hemen sağ ve sola doğru
sıçradılar ve gördükleri şey ile şaşırıp kaldılar.
Bir kılıç. Üzeri kan ile kaplı uzun bir kılıç. Kılıcın sapı ve
kendisi oldukça sade gibiydi fakat üzerinde ki kan onu oldukça dehşetengiz
kılıyordu.
Yuen ve Noah hemen kılıcın geldiği yöne baktılar.
Bir adam adım adım geliyordu. Elllerinden birine kan kızılı bir
küre vardı fakat sanki bağımsız gibi hava da duruyordu. Adam, Noah ile hemen
hemen aynı boydaydı. Sıska gibiydi. Ağarmış rüzgarda savrulan saçları ile
yakışıklı sayılabilecek bir yüz ifadesine sahipti. Fakat teni biraz solgundu.
Adam kaşları çatılı bir şekilde onları süzdü. Noah'a bakarken gözleri küçümseme ile doluyken Yuen'e kaydığında avını bulmuş gibi bir gülümseme takındı.