Vampir Hükümdarı
Katliam Tanrısı (2)
Heron
adım adım ilerlerken etrafında oluşan on altı adet kandan mızrak havada
süzülürken, ona ürpertici bir hava sağlıyordu.
[Kan
İhtiyacı kritik düzeyde!]
"Anlıyorum...
Veledin kapasitesi bu yani? Bu kadarı bile yeteri kadar ilgi çekici."
Yirmi
mızrak. Noah'ın sınırı yirmi kan mızrağıydı. Heron on altı mızrağı, otuz korkak
üyeye doğrulturken düşündü. 'Hmm. Bunları tek seferde katletmek
istiyorum. Bu yüzden...'
Her
bir mızrak ikiye bölünüp kan küresine dönüştü. Ardından küreler şekil
değiştirdi ve kandan yapraklara dönüşüp keskin bir şekilde dönmeye başladı.
Otuz iki adet kanlı dönen yapraklar Heron'un arkasında havada habis bir şekilde
süzülüyordu.
"Bu
benim çok sevdiğim bir tekniktir. Bununla öleceğiniz için şanslısınız. Adı
Kanlı Kiraz Yaprakları. Son bir sözünüz var mı? Merak etmeyin yanda ki
lideriniz gibi acı çekmeyeceksiniz."
Yandaki
Utku'yu işaret ederken en ufak duygu ibaresi bulunmuyordu yüzünde. Tabii yüzü
duygusuz gözükse de adamın halinden oldukça zevk aldığı kesindi. Horen hayatta
yapmayı sevdiği iki şey vardı. Öldürmek ve işkence etmek.
Utku'nun
ise o sırada aynı tarif ettiği gibi gözeneklerinden kan akmaya başladı. Oldukça
garip ve acı verici bir his Utku'yu sarmışken içten içe bazı damarlarının fazla
yükten patladığını hissedebiliyordu. Burnundan şimdiden kan akmaya başlamıştı.
O an son bir intihar saldırısı için kalkmaya çalıştı. Böyle acınacak bir
şekilde ölmek istemedi. Lakin ayağa kalkmaya çalıştığında bacaklarındaki ve
kasıklarında olan damarlar patladı.
"Ahh!"
Heron
ona bir bakış attı. "Aptal." dedi. Sonrasında ise
orada dikili duran ellerinde silahlar olsa da sıfır azimleri olan üyelere
baktı. Aslında hepsi birden savaşsa bir şansları olabilirdi. Ancak her birinin
iradesi bu korkutucu sahne tarafından tamamen alt üst edilmişti.
"Öyleyse
başlayalım."
Sağ
elini kaldırdı ve ölüm emri veriyormuş gibi yavaşça aşağı indirdi. Bu hareket o
kadar yavaş değildi aslında ancak üyeler için ömürlük bir süreydi. Sonrasında
ise kan yaprakları hepsinin tek seferde kafasını kesti. Kafalar havada uçarken
her bir boyundan kan bir çeşme misali fışkırdı. Tabi Heron fışkıran kanları
israf etmemek için onları da kontrol altına aldı ve kan bıçaklarıyla kendine
çekti. Kan nehir akıntısı misali Heron'un etrafında toplanıp halka şeklinde
dönmeye başladı.
Heron
iç çekti.
"Huh.
Bu çok yorucuydu."
Dönen
kan halkasına sol elini daldırdı ve büyük bir avuç kanı tutup, ağzına götürüp
içti.
"Hmhm.
Güzel ama biraz umut eksik."
[Kan
İhtiyacı %100]
Etrafında
dönen kanları mevcut bıçaklarla birlikte kanatlara ve bir küreye çevirirken
Utku şok ve korku içinde ona baktı.
"S-sen
bir... vampir misin!?"
Heron
tek kaşını kaldırdı.
"Hm?
Daha önce fark edersin sandım. Gerçekten aptalsın anlaşılan. Evet bir vampirim.
Hem de en güçlülerinden."
Utku
bu cevabı duyunca ufacık bir umudu bile kalmadı. Artık gözlerinden ve
kulaklarından da kan akmaya başladı. Ancak tüm bunlara rağmen sakin bir ifadeye
sahipti.
"Tek
bir şey sormak istiyorum. Bir canlı da üç soy nasıl mümkün olabilir? Ne de olsa
sen yarım kan olsan da o soya sahipsin."
"O
soy? Haa anladım. O soyu diyorsun. Çocuk bilmeye hazır değil. O yüzden
bahsetmem yasak. Ancak sana şunu söyleyeyim. Bu evren de anlaşılması güç bir
sürü olaylar var. Burası sadece buzdağının görünen küçük bir ucu. Bu yüzden
inan bana bunda şaşılacak pek bir şey yok."
Utku
gözlerini yummadan önce garip bir gülümsemeyle ona baktı.
"Anlıyorum...
Ahhh!"
Ancak
acıya dayanamayıp yine çığlık attı. Heron ise onunla daha fazla ilgilenmeyip
ilerlemeye başladı. Özellikle ona işkence etmesi için ne vakit vardı. Ne de
buna gerek vardı. Ölmesi an meselesiydi ne de olsa.
Ve
gerçekten de söylediği gibi oldu. O gittikten on saniye bile geçmeden Utku'nun
tüm uzuvları tek tek patlayarak kan kaybından öldü. Tabii bu on saniye de
kendisi de boş durmadı. Dışarıya doğru kimi gördüyse acımadan öldürüp kanını
kendine kattı.
En
sonunda dışarıya adım attığında ise yüzünde ki gülümseme genişledi.
"Anlaşılan
bu iş düşündüğümden daha da kolay olacak."
Kendisi
şu an dış saha da sıradan gibi gözüken ara sokakların birinde olan bir
villadaydı. Evet, dış saha da da iç saha gibi villalar vardı. Ancak dış saha da
öyle bir yerde kalmak için Noah'ın şu anki bütçesine göre büyük paralar
yatırmak gerekirdi. Bu eski püskü villa da karanlık olayları örtbas etmek için
kullanılacaktı.
Ancak
artık kullanıldığı tek şey elliden fazla cesede ev sahipliğiydi.
[55/500]
"Hmmm.
Eskisi gibi ortaya dalıp önüme geleni mi kessem acaba?"
Sonrasında
bu fikir oldukça hoşuna gittiğinden hemen yapmaya karar verdi. Kanatlarını
çırptı ve kısmi olarak havada süzülerek koşmaya başladı. Koşuyor, zıplıyor,
kanatlarıyla süzülüyor ve bunu tekrar ediyordu. Ara sokaklar dardı. Ancak bu
Heron için sorun değildi. Kanatları binaları parçalayarak yol açıyordu ona.
Tabii
bu parçalama gürültüsü elbette ki bazı insanların dikkatinden kaçmadı.
"Şurada
bir ses duydum."
"Evet
bende. Sanki birisi bir şey parçalamaya çalışıyor gibi."
"Merak
ettim. Bir bakalım mı?"
"Olur."
Buna
benzer bir kaç konuşmaya gittikçe yaklaşan sesin kaynağına bir kaç mürit
bakmaya karar verdi. Bu verdikleri son karardı. Hemen ardından onların ki dahil
olmak üzere yirmi kafa birden havaya uçtu ve fışkıran kanlar garip bir
yörüngeyle kan meleğinin etrafında dönmeye başladı.
"Sıkıcı.
Farklı tarzlarda mı saldırsam acaba artık? Siktir! Sürem azalıyor."
Gördüğü
sayıyla istemsizce küfretti.
[Son
iki dakika otuz saniye.]
'Çabuk
olmam lazım."
Bunu
takiben hemen dükkanlardan birinin üstüne sıçradı. Kandan kanatları olan ve sağ
elinde garip bir küre tutan birisi elbetteki tüm dikkatleri üzerlerine çekti.
"Hey!
Bu da kim?"
"O
Zorba değil mi? Orada ne yapıyor?"
"Onun
sırtındaki şeyler de ne öyle?"
"Kan
değil mi onlar? Şuraya bakın!"
Herkes
bir kişinin işaret ettiği ye baktığında kopan ve yuvarlanan kafaları gördüler.
Kimi deneyimsizlerin midesi bulansa da dış saha da çokça ölüm olduğundan çoğu
kişi sadece onu yapan kişi olacak muhtemel kişiye yani Noah'a korku dolu
gözlerle bakmaya başladılar.
Korku
dolu gözlerle baktıkları kişi ise o sırada hepsini öldürmek için farklı bir yol
düşünüyordu. 'Veledin mevcut gücüyle hepsini tek seferde öldürmem
mümkün değil. Kontrol sınırım yirmi kan mızrağı. En küçük hallerinde uygularsam
kırk yaprak. Veledin gelişimi de zaman geçtikçe riske gidiyor lanet olası o
yasak tekniği kullandığı için. Ne yapmalıyım...?'
Sonrasında
birden aklına gelen bir fikirle gülümsedi. 'Uzun süredir yakın
dövüşe girmedim ha? Sistem! Kalan süreyi ikiye katlamak için bir yol var
mı?"
[Manayı
hareket halinde özümseyebilirseniz mümkün.]
Bu
teoride mümkün olsa da pratikte imkansızdı. Fakat Heron imkansızı zamanında
aşmış birisiydi. Gülümsedi.
"Pekala.
Öyleyse katliamıma başlıyorum." Sağ elindeki kan küresinin bir tırpan
olduğunu düşündü ve kan küresi uzun bir tırpan haline geldi. Kavisli bıçağı,
normal bir bıçaktan daha uğursuz bir parıltıyla parlarken sopa kısmı garip bir
şekilde gerçek sopadan yapılmış gibi gözüküyordu.
Tek
eliyle tuttuğu tırpanı ikinci eliyle de tutmaya başlarken mırıldandı.
"Kan
Meleği diye anılmamın sebebi olan tekniği böyle düşük bir yerde kullanmak
zorunda olmam ne acı... Kan Savaş Sanatı Stil bir: Ölüm Getiren..."
Sonrasında
tüm gözlerden kayboldu. En azından insanların görüşüne göre kayboldu. Aslında
oldukça hızlı hareket ediyordu. Elindeki silahtaki kan yoğunluğunu yayarak
zaten tam güç çalışan vücuda patlayıcı bir güç aşıladı. Gözlerden ani
kayboluşunun hemen ardından tüm gözler onu aramaya başladı. Kimisi tabii ki
fırsattan istifade kaçmaya yeltendi.
Fakat
o kaçmaya çalışan dikey bir şekilde ikiye ayrıldı. Bağırsakları her tarafa
saçılmıştı. Bunu görenler çığlık attı.
"Siktir!
Buradaki herkesi katletmeyi düşünmüyor değil mi!?"
"Kaçmalıyız!
Hem de hemen!"
Tabii
ki insanlar panik yaptı ikiye ayrılan cesedi görünce. Bir curcuna patlak verdi
ve herkes kaçmaya başladı. Fakat ne kadar çabalarsa çabalasınlar her biri bir
şekilde ölüyordu. Dikey şekilde ikiye bölünen ve yatay şekilde kesilen
insanlar, kopan kafalar her yerdeydi. Ancak hiç kan izi yoktu. Kesildiği an kan
emiliyordu sanki. Bu onları daha da korkuttu ama bir şeyden bir o kadarda emin
oldular.
"Bir
vampir bu!"
"Başa
çıkmamız imkansız! Canını seven kaçsın!"
"Siktir!
Bırak beni sürtük! Kendi başınasın."
"Ben
en arkadan sizi koruyacağım dostlarım. Önden gidin!"
Bağırmalar
havada uçuşurken herkes tamamen kendi canını önemsiyordu. Kimileri
sevgililerini veya arkadaşlarını ayak bağı olmaması için bir kenara atarken
kimileri -ki bunlar gerçekten azınlık sayılabilecek kadar azdı- yakınlarıyla
birlikte kaçmak için elinden geleni yaptı.
Ancak
sonuç değişmedi. Hepsinin sonucu mutlak ölümdü. Heron'un mevcut katliam yaptığı
yer en azından iki yüz, üç yüz kişinin dolaştığı bir bir yoldu. Ancak bu yol şu
an oldukça sessiz bir hale gelmişti.
Heron,
kahkahalarla gülerken sistem yeni bir sayı gösterdi.
[255/500]
"Hahahaha!,
fena değil, hiç fena değil! Bu çöp vücutla bu kadar fazla katliam yapmayı
beklemiyordum. Hah, bunu bir kez daha yaparsam tam sayıya ulaşabilirim.
Fakat... neden sadece beş yüz ile yetineyim? Haha!"
Yüzünde
sadistik bir gülümseme belirmişken Noah'ın vücudunun belirli bölgelerinde
sınırında olduğunu işaret eder gibi damarlar belirdi. İğrenç bir şekilde
titreşiyordu bu damarlar. Fakat ilginç bir şekilde sadistik gülümsemesiyle bu
vücut oldukça uyumlu gözüküyordu.
Uyumlu
gözüken bu görüntü ne yazık ki fazla uzun süre duramadı. Oldukça hızlı bir
şekilde tekrar gözden kayboldu ve geriye sadece hızdan oluşan bir ardıl görüntü
bırakırken retinasında beliren yazıya homurdanmaktaydı...
Tüm
bunlar yaşanırken elbette ki bu olaylarlar tüm dış sahaya hızlıca yayıldı.
Fakat bu olayları duymadan azınlık bir kesimde hiç yok değildi. Bunlardan
birisi de Julia'ydı.
Julia'nın
günlük rutini Noah ile karşılaşana kadar sabitti. Gelişim yap, görev olarak
aldığın binanın başında dur ve tekrarla. Noah ile karşılaştıktan sonra ise ne
doğru düzgün gelişim yapabiliyordu, ne de görevine odaklanabiliyordu. Tabii
bunun nedeninin köle mührünün düşüncelerini manipüle etmesiydi. Fakat o bunu
bilmediğinden aşka bağlasa da kendi içinde bunu reddediyordu. Bundan sebep
görevi bitirmeye ve bundan sonra gitmemeye karar verdi. Bu yüzdende şimdi
görevi olduğu binaya gidiyordu.
Binaya
giderken bir anda o binanın tepesinde bir adamın belirdiğini gördü. Diğer
herkeste aynı şekilde merakla oraya baktı.
Genç
adam, Noah'a oldukça benziyordu. Fakat vücut yapısı Noah'tan farklı olarak
kaslarını çok belli ediyordu. Sanki dışarı fırlamaya çalışıyormuş gibi de bir
kaç damarı gün yüzündeydi. Ancak en belirgin farklılık yüzündeydi. Kızıl elips
gözleri o masum çocuktan çok, kan isteyen bir Katliam Tanrısı'nı andırıyordu!
Bu
sırada genç adam elindeki tırpanı kaldırdı ve herkesin duyabileceği şekilde
kahkaha ile karışık bir şekilde haykırdı.
"Haha!
Selamlar! Ben bu küçük tarikata ölüm getirmeye gelen küçük ölüm meleği Heron!
Bu veledi bu raddeye kadar kızdırdığınız için bu tarikata yargı dağıtmaya
geldim haha! Bu yüzden gururla söylüyorum ki buradan bir kişi dışında hiç
biriniz canlı çıkamayacak!"
Bunu
duyanlar hemen "Kaçın!" diye bağırınsalarda ve
kaçmaya çalışsalarda boşaydı. İlk kaçmaya çalışan on beş, on altı yaşlarında
bir kızdı. Denemesinin sonucunda kafası ortadan ikiye yarıldı. Sonrasında başka
birisinin kolları ve bacakları koptu. Bir diğerinin ise tek hamleyle vücudu
dikey bir şekilde ikiye ayrıldı. Kimileri ise yatay bir şekilde ikiye ayrıldı.
Fakat onlar tekli değil en az üçer, dörder grupça kesilen kesimdi. Çoğuyla
hızlı bir şekilde de olsa tek tek ilgilenmeyi tercih etti Heron.
Julia
bu katliamın tam olarak ortasında kaldı. Kaçmaya çalışsa da garip bir güç onu
Heron'a itiyordu. Julia nedenini bilmiyordu. Fakat umursayacak durumda da
değildi. Canı diğer herkes gibi daha ön plandaydı.
Kaçarken
yanında onun gibi kaçmaya çalışan herkesin bir bir öldüğünü görürken kusmamak
için kendini zor tuttu. Yine de metanetini korumayı zorda olsa başardı ve
kimseye bakmadan kaçabildiği kadar kaçmaya çalıştı.
En
azından ilk saniyelerde böyleydi. Sonraları hemen yanındakiler ölse bile
kendisine en ufak zarar gelmediğini fark edip afalladı. Bu kadarı şans
olamazdı. Julia, kandan şelaleler oluşması gerektiği halde en ufak birikinti
olmayan, ceset yığınlarının kaynağına dönüp baktı.
O
sırada Heron oldukça mutlu bir şekilde hasatına devam ediyordu.
[467/500]
[469/500]
Sayıların
artışını gördükçe sırıtışı genişleyip çarpık bir hal alıyordu. Damarları daha
da gün yüzüne çıkıp, normalde ortalamadan iyi gözüken vücudunu kirletiyordu.
Fakat vücudun geçici sahibi bunu umursamadı. Aksine daha da şevk ile kesmeye
devam etti.
Bir
adam tam kaçmayı başardığını düşündüğü sırada kafasının koptuğunu fark etti.
Bir kadın kaçmak için ayarttığı erkekleri kullandı. Başka bir erkek sevdiği
kadını etten kalkan olarak kullandı. Herkes farklı bir rezillik ile kaçmayı
denedi. Yine de kaderleri değişmedi. Fakat hepsinin aklında tek bir soru
vardı. 'Neden ben?' Ne yazık ki bu soru asla
öğrenemeyecekleri bir soruydu.