Vampir Hükümdarı
Cennet (3)
Noah ağlamaya devam eder ve adeta günahları için af diler gibi görünürken, zihninden gelen bir ses onu böldü.
[Hah! Bir kızın ölümü için mi ağlıyorsun? Cidden… Düşündüğümden daha toysun demek ki. Unutma! Sen benim ve şu yaşlı bunağın varisisin. Basit bir kız için mi üzüleceksin!? Güçlendiğin sürece her şeyi elde edebilirsin! Güç! Para! Kadınlar! Önemli olan güçlenmek. Neden bu kızı kaybettin? Bir düşün. Çünkü güçsüzdün! O kadar güçsüzsün ki, anca kendini sakatlayan bir teknik kullanarak intikamını almaya çalıştın! Hatta onu bile beceremedin ve benim vücudunu ele geçirmeme izin verdin! Her neyse, şimdilik bunları düşünmenin hiçbir lüzumu yok. Güçlenmeye bak. O kadar güçlen ki...] (Heron)
Heron’un dediğini duyan Noah’ın gözleri öfkeyle parladı. Tam sesini kesmesi için bağıracak iken son cümlesiyle beyninden vurulmuşa döndü.
[...ileride kaybettiklerini diriltebil!] (Heron)
O sırada uyarı amaçlı Akshay, Heron’un lafını böldü.
[Bunu yaparsa yüce gökleri kızdırabilir.] (Akshay)
Bunun üstüne eşzamanlanmış gibi aynı anda,
“Umurumda değil.”
[Umrumda değil.] (Heron)
dediler. Sonrasında Heron devam ederken arkadan Akshay’ın iç çekişleri duyulabiliyordu.
[Sana bazı şeyleri anlatmanın zamanı geldi. En azından güç arzulamana yeterli olacak kadarını. Öncelikle eğer yeterli güç seviyesine ulaşırsan reenkarnasyon döngüsüne girdiğini biliyorsundur değil mi?]
Noah “Evet.” diye mırıldanırken kafasını daha da toprağa gömmüştü. Bakan olma ihtimaline karşılık deli gibi gözükmek istemezdi.
Reenkarnasyon döngüsü. Adı oldukça sık geçilen bir şeydi. Bir inanca göre yeterli yetişime sahip kişilerin ruhları döngüden geçer ve onlara ikinci bir şans tanınırdı. Tabii bu şansın bedeli olarak, tüm anıları sıfırlanır, herşeye en baştan başlanırdı.
[Öyleyse peki yeterli güç seviyesine ulaşmayanlar nereye gidiyor? Hiç düşünmüş müydün?]
Bu oldukça tartışılan bir mevzuydu. Noah’ın ise bu konuda en ufak bir fikri bile yoktu.
“Hiçlikte kayıp mı oluyorlar?”
[Haha! Tabii ki de hayır! Ruhlar iki klasmana ayrılır böyle bir durumda. İyi ruhlar olarak adlandırılan saf ruhlar, pisliklerle yani bazı insanların inançlarına göre günahlarla kaplanmış kötü ruhlar. Kötü ruhlar olarak tanımlanan safsızlık dolu kirli ruhlar, Cehennem de arıtılırken, iyi ruhları olduğuna inanılan saf ruhlular Cennet’te rahat bir yaşam sürebilirler.] (Heron)
Noah anlamsızca bakmaya başlasa da direkt en önemli soruyu sordu.
“Bütün bunlar umurumda değil. Bana Yuen’i nasıl geri getirebileceğimi söyle.”
[Lafımı kesme de dinle. Senin kızın ruhu oldukça saf gibiydi. Yani yüksek ihtimalle Cennet’e yükselmiştir. Eğer onu geri getirmek istiyorsan. Güçlenmen lazım. Sonrasında ise yeteri kadar güçlendiğinde....] (Heron)
Duraksadı. O sırada gökyüzü beklenmedik şekilde kapanmış, şimşekler çakıyordu. Gökler sanki öfkelenmiş gibiydi.
[...Güçlendiğinde Cennet’e saldırabilirsin.] (Heron)
Noah’ın hemen yanındaki bir mezara bir yıldırım düştü ve mezar tarumar oldu. Bu bir uyarıydı. Noah ister istemez tedirgin oldu. Zihninde geçen bir konuşma da bile Gökler oldukça öfkeli davranıyordu. Noah düşündü.
‘Acaba sadece konuşma da böyleyse, Cennet’e saldırırsam ne olur?’
Düşüncesi bile insana korku veriyordu. Fakat Noah’ın gözlerinde kararlı parıltılar belirdi.
“Güçlenmeliyim, gerekirse gökleri katledecek kadar güçlenmeliyim.”
Bu kelimeleri söylerken gözlerinde ki kararlılık pekişti ve bir anlığına da olsa sakatlığını unuttu. Hatırladığında ise kendini tekrar depresif bir halde buldu.
Yine de…
‘Yine de pes etmeyeceğim. Eminim ki sistem bana güçlenmem için bir yol gösterecektir.’
Tüm ümidi bir kez daha sisteme bağlıydı.
Bu sıralarda Violet üzerine zırhı giymeye çalışırken zor zamanlar yaşıyordu. Zırh gösterişsiz seri üretim zırhlardan birisiydi. Üzerinde siyah bir ejderha logosuyla sıradan bir zırh olmasına rağmen oldukça, heybetliydi.
“Standart seviyeli bir zırha göre oldukça sıkı…”
Violet homurdanırken nefesini geri çekti. Bu sayede göğüsleri yine sıkıştırsa da zırhı bir şekilde üzerine giyebildi. Tabii o sırada küçük bir inilti ağzından kaçmış olabilirdi.
Zırh kritik bölgelerini korumak için dizayn edildiğinden kollarını ve bacaklarını açıkta bırakıyordu. Bu sebeple ilgi çekici bir şekilde vücut yapısı erotik duruyordu. Dar geldiğinden soğuk metalin üstünde göğüsleri sanki özgür olmaya çalışıyormuş gibiydi. Bu nedenle alıştırmak için ısınma hareketleri yapmaya başladı.
Bizde o sırada zırhların seviyelendirmesinden bahsedelim. Sylas ve bir çok gezegen aynı seviyelendirme sistemini kullanıyordu silah, zırh ve diğer eserler için. Bu seviyelendirmeler;
Standart, Nadir, Ender, Doğaüstü, Olağanüstü ve Antik diye geçiyordu.
Standart adı üstünde ortalama malzemelerden yapılan seri üretim ürünlerdendi. Herhangi bir mana işçiliği olmadığından en kalitelisi bile en fazla Manayı Hissetme diyarının ortalarında birini engelleyebilirdi.
Bu sebeple Violet’in düşüncesine göre bu zırhlar tamamen gereksizdi. Yine de hiç bir söz söyleme hakkı olmadığından tek yapabileceği homurdanmaktı.
…
Aradan zaman geçip gitti. Belki bir hafta belki de iki. Noah zaman algısını yitirdiğinden bir şey söylemek güçtü. Yuen’i gömdükten sonra depresif halini nispeten azaltmaya başladı fakat her zamanki gibi sessizdi. Nadiren konuşurdu.
En azından Lunette onu soru yağmuruna tutmadığı zamanlarda nadir konuşuyordu.
“Hey, Noah! Ne yemeği seversin?”
“Yahni.”
“Etli yahni mi? Etsiz yahni mi?”
“Etsiz yahni mi olur? Önce hayvanı kesip etini güzel bir şekilde ayırıyorsun. Sonrasında baharatlarla salamura ediyorsun. Et o baharatları emerken birkaç malzeme daha topluyorsun hatırladığım kadarıyla. Sonrasında ise önce malzemeleri suya atıp ısıtıyor, biraz bekledikten sonra baharatları emmiş eti atıyorsun.”
Noah sohbetin akışına kaptırırken bir anda depresif düşünceleri gitmişti. En azından o soru gelene kadar.
“Vây~! Demek yahni yapmayı biliyorsun?”
Soru gelince biraz soğuk biraz da hüzünlü bir tınıyla yanıtladı.
“Ben… Tam olarak bilmiyorum. Fakat annem yapardı. Ondan az buçuk bilgim var.”
Lunette onun depresif halini görünce neşelendirmek için ne yapabileceğini düşündü. Noah’ı ilk bulduğunda konuşmaktan oldukça kaçınıyordu. Bu gizemli tavrı da Lunette’i onu keşfetmeye itiyordu. Zaman geçtikçe aralarındaki buzu eritmek için oldukça çabaladı ve bunun sayesinde belki de Julia dışında köyde rahat bir tavırla konuştuğu tek kişi haline geldi.
Çabaları meyve verse de Noah’ın hala gizemlerini keşfedememişti. Ne kadar sorarsa sorsun sorularından kaçınıyordu.
Bu hali onun moralini bozsa da farkında olmadan Noah’a hafif bir yakınlık duymaya başladı.
Bu sebeple de onu neşelendirmek istiyordu.
“Hmhm… Gel benimle.”
Noah otururken birden Lunette elini tuttu ve onu çekiştirmeye başladı. Kızın pozitif enerjisine kapılan Noah da istemese de onunla sürüklenmeye başladı.
Geldikleri yer ise…
...mutfaktı.
“Hadi yahni yapalım!”
Noah afalladı.
“Ne? Şimdi mi? Saat biraz fazla erken değil mi?”
‘Daha güneş gökyüzünün ortasına bile gelmedi!’
Noah’ın düşüncesinden habersiz Lunette ısrar etti.
“Şimdi yeriz. Sorun olmaz. Yahni yapmayı öğretmeni istiyorum bana.”
Aslında Lunette de yahni yapmayı biliyordu. Hatta o çoğu yemeği yapmayı biliyordu. Yine de Noah’ın dikkatini dağıtmak için yahni yapmak en iyi plandı.
Noah biraz düşündükten sonra çaresiz bakışlarla iç geçirdi ve
“Tam olarak bilmesemde bir deneyelim.” dedi.
Lunette bir şey istediğinde ne kadar inatçı olduğunu bu sürede öğrenmişti. Reddetmesi sadece kendi zararına olurdu. ‘Bu işi bitireyim de her zamanki gibi sessizce odada oturayım…’ diye düşündü.
Noah’ın günlük aktivitesi sessizce odada oturmaktı. Julia geldiği zaman onunla sohbet ediyordu. Nedenini bilmese de önceden farklı olarak kızın tavırları ona karşı oldukça yumuşaktı. Oldukça sık bir şekilde ise şu an olduğu gibi Lunette tarafından rahatsız ediliyordu. Tüm bunlar dışında sessizce odaya kapanmak dışında başka bir aktivitesi yoktu.
Noah, Lunette’in isteği üstüne düşünmeye başladı.
“Hmhm…. İlk olarak bize parçalanmış et lazım. Mümkünse, kurt eti. Kurtların etleri güzel oluyor. Yoksa her hangi bir canavarın eti de olur.”
Lunette elini çenesine koyup düşünmeye başladı.
“Hmmmmmmmmm. Ulric amca tüm et işlerimizle ilgilenir. Ondan biraz parça et istesek bizi kırmaz bence.”
Noah biraz düşündükten hemen sonra kabul etti.
“Olur fakat… sen gidip al.”
Noah’ın tavrını görünce Lunette sadece kıkırdadı.
“Peki haha! Ama domates, soğan ve baharatları almak sende.”
Noah sakince onayladı ve sakince evden çıktı. O sırada kafası oldukça karışıktı.
Düşünceleri allak bullaktı ve bir kısmı kesinlikle saçma sapandı. İçten içe bunu bilse de, duyguları düşüncelerini büyük yönde etkiliyordu.
Bu sırada kapıdan çıktıktan sonra Lunette neşeli tavrını daha fazla sürdüremeyip iç geçirdi.
“Noah, çok yorucusun… Fakat bu beni uzaklaştırmıyor. Aksine… Daha da beni kendine çekiyor haha!”
Sonda attığı kahkaha bir tutam merak, bir tutam ise öfke içeriyordu. Lunette’in dediklerini duysa Noah’ın ilk düşüncesi “Bu kız sapığın teki!” olurdu muhtemelen. Neyse ki evde tek başınaydı.
Noah ise o sırada yürüyordu. Bu köyün sakinleri para birimi kullanmıyorlardı. Daha çok takasvari bir işlem vardı. İsteyen istediğine nazik bir dille konuştuğu sürece veriyordu. Tabii duruma bağlı olarak istediği bir şey varsa o da ondan onu rica ediyordu. Fakat kimse kimseyi bir şey için zorlamıyordu.
İstisnai durumlar dışında en azından böyleydi.
Noah’ın ise kederli olmasına rağmen zihni nispeten berraktı. Karmaşık düşünceleri bir kez daha tek bir sonuca bağlanmıştı. ‘Sisteme güvenim tam. İllaki bir çözümü bulur.’
Noah neşeli ortama bakarken buranın hikayesini anımsayıp şüphelerinin doğru olup olmadığını merak etti. ‘Acaba bahsettiği doğru mu?’
Aylar öncesi -Noah’ın hareket dahi edemediği zamanlar- da Lunette moralinin stabil olması için belirli bir hikaye anlatır dururdu. Öyle ki istemese bile hikayeyi ezberlemişti.
Bu köy ilk zamanlar sadece insanların yaşadığı bir köydü. Ta ki bir gün bir kadın bu köye gelene kadar. Kadının genel olarak oldukça sıradan bir görüntüsü olsa da kafasında ki tek boynuzla insan olmadığını belli ediyordu. İnsanlar kadını dışladı. Fakat buna rağmen kadın onlara yardım etti.
Aradan zaman geçti ve çeşitli ırklara mensup küçük bir takım onlara saldırı düzenledi. Köylüler zayıftı. Bu nedenle köy de herhangi bir katliam olmadan rahatça ele geçirilebilindi.
Boynuzlu kadın ise köy ele geçirilmesine rağmen takımın liderinden köylülere zarar vermemesini istedi. Hatta ayaklarına kapandı. Köylüler, dışladıkları bu kadının onlar için bu kadar merhamet dilenmesi karşısında etkilenmiş ve kendilerini mahçup hissetmişlerdi.
O takımın lideri olan adam ise beklenmedik bir şekilde cevap verdi.
“Neden köylülere zarar vereceğimi düşündün ki?”
Bu cevaba hem köylüler hem de arkasındaki takım şaşırmıştı. Takım denilse de nereden bakılsa bu takımda bi' elli kişi vardı ve neredeyse hepsi liderin astlarıydı. Bu sebeple şaşırsalarda gizli emri anlamışlardı.
O günden sonra çeşitli ırklara mensup elli ast bu köyde yaşamaya başladı. Adaptasyon sağlamaları biraz uzun sürse de kimse bunu dert etmedi ve beklenmedik şekilde Cennet’te bile bulunması imkansız huzurlu bir ortam oluştu.
Bu hikaye de ki en önemli nokta, lider olan adamdı.
Bu huzurlu ortam oluşurken boynuzlu kadın, lidere aşık oldu. Fakat liderin kalbi başkasındaydı. Fakat buna rağmen boynuzlu kadını yavaşça kabul etmeye başladı. Ve zamanla o da ona hisler hissetmeye başladı.
Sonuç olarak boynuzlu kadın ile lider evlendi. Evlendikten sonra ise belki de kimseye söylemediği bir sırrı açıkladı.
Kendisi Kabus ırkındandı. Bir savaşta bir kadına aşık olmuş ve onunla birlikte olmuştu. Birlikte kaçmaya çalışmışlar, fakat başaramamışlardı. Bu sebeple insan ırkının tarikatlarından biriyle anlaşma yapmak zorunda kalmış ve uzaklara çekilmişti.
Bunu ilk öğrendiğinde boynuzlu kadın onun için oldukça üzülse de Kabus onu avutmuş. Şu an yeterince mutlu olduğunu, ondan sır saklamamak için bunları söylediğini söylemiş.
Bunu ilk öğrendiğinde zihnindeki karmaşa nedeniyle pek takmasa da şimdi zihni nispeten berrak olduğundan aklında tek bir soru vardı.
‘Bu Kabus, babam olabilir mi?’