Vampir Hükümdarı
Hikayeler (2)
Bölüme başlamadan önce neden bölüm gelmiyor sorusuna cevap vermek istiyorum. Üç belki de dört sebebi var. İlk olarak Skyrim’e geri sardım. Ondan baya bir kaç gün hiç bir şey yapmadan Skyrim oynadım. İkinci sebebi, birincil bakış açısı denemeleri yaptım. İlk defa yazınca malum ehe. Ve ne yazık ki istediğim gibi olmayınca sildim. :( (En az 3-4 defa bölümü baştan yazdı) Üçüncü sebebim her zamanki uyku düzensizliğim. Mesela bunu şu an cuma günü saat 04:15 de editörüme atacağım. Kaçta geleceğini kim bilebilir ki? Dördüncü sebep ise ilginç bir projeye başladım. Eğer istediğim gibi giderse güzel bir şey olabilir. Projem tamamlandığı vakit okurlarıma sunacağımdan emin olabilirsiniz. Neyse daha fazla uzatmadan bölüme geçelim. Proje ile ilgili küçük bir spoiler; “Hiç bir Ejderdoğan, Ejdertanrı ile karşılaşırsa ne olur merak ettiniz mi?”
Küçük bir not daha bölüm size biraz boş gelebilir. Bu bölümü aşırı zorlanarak yazdım bende zaten. İlerleyen bölümlerde toparlarız. Ve bir daha dövseniz birincil bakış açısını denemem.
Bu arada bu tip gecikme sebeplerimi genel olarak discord sunucumuzda yazar duyuru bölümünde yapıyorum. Eğer bilmek isterseniz beklerim. Güzel muhabbetler dönüyor sunucuda.
***
Başlamadan önce sesini bir kaç kez temizledi ve hikayesini kısaca anlatmaya başladı.
Kendisi canavarinsan olmasıyla gelen dışlama dışında normal bir hayat süren bir kızdı. Bilindiği üzere canavarinsanlar, Lanetli Topraklar’dan gelen işgalcilerin öncüleriydi. Zamanında, Vampir ve Kabus ırkından fazla bu Ana Kıta’ya zarar vermeyi başardı ve neredeyse Ana Kıta’daki her yerli tarafından nefret edilen üç ırktan birisi oldu. Bu sebepten ötürü de Ana Kıta yerlilerinin içine ekilen nefret tohumları, Lanetli Toprakta kalan bu başıboş, zararsız gençlere dönüyordu.
Tabii böyle söyleyince, sanki “Gördükleri her canavarinsanı taşlayarak öldüren bir canavar topluluğu” izlenimi veriyor olabilir. Fakat, her şeye rağmen çoğu canlı onları sadece dışlıyor, yokmuş gibi davranmayı tercih ediyorlardı.
Tabii her yer böyle değildi… Her neyse konu şu an için bu değil. Çocukluğunu dışlanmış yaşayan bir kızdı Alicia. Fakat bu dışlama dışında hayatında pek bir sorun yoktu. Tabii her canlı gibi bu duruma sinirlendi, üzüldü, kırgın hissetti. Fakat zamanla diğerleri ona nasıl davranıyorsa onlara öyle davranmaya karar verdi.
Tabii böyle olurkende zaman hızla geçip gitti. Alicia büyüdü, güzel bir genç kız oldu. O kadar güzeldi ki, yaşadığı izbe köyde onu dışlayan tüm kızlar onu içten içe kıskanmaya başlarken, erkekler sular seller gibi aşık oldu.
Tabii bunlar pek de Alicia’nın umurunda olan şeyler değildi. Tek önemli olan annesiydi onun için. Sırf annesi daha iyi bir yerde kalabilsin diye çalıştı, çabaladı ve dahiyane bir şekilde ilkel metotla yanii hiç bir gelişim tekniği kullanmadan, Bilge aleminin ortasına denk gelen Canavarinsanlar ve Canavarlar için kullanılan sistemde Vahşi Canavar aleminin başlangıç kademesine denk gelen bir seviyedeydi.
İlkel gelişim, nadir bulunan gelişim teknikleri sebebiyle oldukça yaygın bir şeydi. Fakat, mevcut yaşıyla -ki Alicia o zaman on beş-on altı yaşlarındaydı- bu gelişim hızı tek kelimeyle… canavarcaydı.
Hikayeyi dinlerken Noah istemsizce şaşkın bakışlarla ona bakakalsa da dinlemeye devam etti.
Neyse, bu canavarca gelişimi köyde o kadar ses getirdi ki söylentiler tüm köyden dışarı taştı. En sonunda bir Tarikat onun canavarca gelişimini duyup ona davet yolladılar.
Bir tarikat ona davet yollamıştı! Tüm herkes ona kıskançlıkla baksada hiçbir girişimde bulunmaya cüret edemedi. Ne de olsa köyün yaşlılarını bile tek kuyruk darbesiyle alaşağı edebilirdi.
Ayrıca şu tarikat meselesine gelince. Tarikatın ismi Düşen Yıldız Tarikatıydı. Ortalamanın bir tık altında olan sıradan tarikatlardan birisiydi. Tarikat Kurucusu bile ondan sadece bir kıdem yüksekti.
Tabii buna rağmen oldukça ün yapmış bir tarikat sayılırdı kendi bölgesinde. Gelişim teknikleri olan Düşen Yıldız Gelişim Tekniği gece oluşan Yin tipi manayı özümseyip, sindirerek, gelişim yapma imkanı sunuyordu. Görünürde oldukça iyi gibi görünen bu teknik ise aslında oldukça kusurluydu. Usta Aleminden ötesine geçişi sağlamak için bu kusurlu tekniği kullanmak ise pekte mümkün olmadığından, bu tarikat sadece yükseliş için basamak olarak görülebilirdi.
Bu sebepten ötürü müdür bilinmez, tarikat, bir tarikatta olması gereken mürit toplayıp, fethetme hırsından yoksun, daha çok okul görevi gören bir yerdi.
Tabii tüm bunlara rağmen basit bir tarikatın bile daveti küçük bir köyde yaşayan bu insanlar için önemi büyüktü. Ufak bir tarikat bile bu ölümlüler için Yüce bir yerdi. Tüm bunların bilincinde olan Alicia’da tabii ki tereddüt bile etmeden kabul etti.
Sonrasında Tarikata katıldı ve daha önce bilmediği şeylerde dahil olmak üzere bir çok şey öğrendi.
Mana kullanımı, mana yönlendirme hakkında temel bilgiler, element kullanımı vb.
Öğretiler, Alicia için yeni bir ışık gibiydi. Her şey oldukça güzel gidiyordu. Tarikatta direkt çekirdek mürit olma gibi bir seçeneği olmadığından kademeli olarak yükseliyordu. Yine de ivmesi sabit, ve hızlıydı. Bir kaç ayda, dış saha da herkesin saygı gördüğü birisi olurken, neredeyse bir yıl olduğunda iç saha müridi olabildi.
Hızı dış sahadiklere hayranlık, kıskançlık, öfke, şaşkınlık gibi hem olumlu, hemde olumsuz duygular verirken; iç sahadakilerin tek hissettiği şey, tehdit hissiydi.
Onları yerinden edebilecek kadar korkutucu bir varlık yaklaşıyordu bakış açılarına göre. İndirmeleri lazımdı.
Bu yüzden bir grup iç saha müridi toplanıp plan yaptılar.
Planları oldukça basitti. Kızın tek zayıf noktasından onu vuracaklardı. Annesinden.
Günler yine huzur içinde geçmeye devam etti. En azından Alicia ve annesi için huzurlu günlerdi. O sırada da toplanan iç saha müritleri ondan kurtulmak için planlarını devreye sokmuşlardı.
“Anne, ben çıkıyorum.”
Kapıdan çıkmadan önce annesine son bir kez gittiğini haber verdi. Günlük bir rutin gibiydi. Annesi de her zamanki gibi cevap verince rutinleri tamamlanmış oldu
“Çabuk gel kızım.”
Alicia elini sallayıp çıkarken kuyrukları sallanıyordu her zamanki gibi. O gittikten on dakika sonra ise kapı çaldı.
Tak! Tak! Tak!
Anne, kapı çalınca geri çekildi. Bu tarikata geldiğinden beri birkaç hizmetçi dışında pek konuştuğu birileri olmamıştı. Bu nedenle bir sorun olduğunu tahmin edebilmişti.
Birkaç kez daha tıkladıktan sonra avlu sessizleşti. Bir sinek sesi bile duyulmuyordu. Anne rahat bir nefes aldı. Her kim ise gitmişti.
En azından düşündüğü oydu. Sonrasında birden görüşünün zayıfladığını hissetti ve bilinci karardı.
…
Alicia her zamanki aktivitelerini bitirdiken sonra, ev diyebileceği tek yere geri döndüğünde kapıda bir notla karşılaştı. Notu okuduğu an yüzü kaskatı kesildi.
“Üç gün içerisinde tarikattan ayrılmazsan, annen ölecek.”
Alicia, panik yaptı. Normalde sakin birisi olmasına rağmen annesi onun en zayıf noktasıydı. Duygusal olarak hareket etti ve ertesi gün tereddüt dahi etmeden tarikattan ayrıldı. Tarikat onun kalması için elinden geleni yapsada Alicia’nın düşünceleri mevcut durumda pek sağlıklı olduğu söylenemezdi.
İç saha müritleri planlarının aşırı mükemmel gitmesi karşısında şaşkına döndüler. Tahminlerinden çok, çok daha iyi gitmişti plan.
Yanlarında ki bağlı kadına bakan iç saha müritleri yaverlerine yarın öğleden sonra, çıkışta ki, sağ tarafta duran ikiz ağacın arkasında annesini bulabileceğini içeren bir not yazdırıp, yolladılar. Her şeyin yolunda gittiği ve o tehlike olarak düşündükleri kişiden kurtuldukları düşüncesi onları sarmış iken en beklenmedik yerden vurulacaklarını tahmin dahi edemezlerdi.
İç saha müritleri rahatına bakarken, başka bir odada bağlı duran kadını emanet ettikleri adam, olduğu yerde volta atarak iki, üç volta da bir gözlerinde vahşi arzularla ona bakmaktaydı.
Bu adam oldukça şişman, çirkin yüzlü bir adamdı. Tipinin kendisi insana bir tiksinti uyandırıyordu.
Diğer iç saha müritleri tiksinse de o adamın onlara ihanet etmeyeceklerini, güvenilir olduklarını bildiğinden ne isterse yapmasına izin vermişti.
Buna rağmen şişman adam oldukça gergindi. İlk defa böyle bir işe kalkışacaktı. Bu yüzden gergin bir şekilde yan taraftan bıçağı eline aldı ve kadının giysisini yavaşça yırtmaya başladı.
(Normalde bu kısmı detaylı yazardım. Fakat canım hiç yazmak istemediğinden, sizi de kanser etmek istemediğimden bu seferlik kısa tutuyorum. Ne de olsa Noah ile ilgili değil bu hikaye kısmı…)
…
İç saha müritleri bir kaç saat içinde inleme, yalvarma sesleri duydular. Yüzleri buruştu orada keyfine bakan dörtlünün. Yine de pek takmamaya çalıştılar. Ta ki sesler daha da ürkünç olana ve kadının sesi sanki her an ölmek üzereymiş gibi aşırı yükselene kadar.
“Gidip baksak mı?”
Biri endişeyle sordu. Kadının ölmesinden korkmuştu gayri ihtiyari.
Grubun lideri olan kadın ise onayladı. Eğer bir sıkıntı olursa, gereksiz yere uğraşmaları gerekirdi. Ve açıkçası bu lider, bu tip gereksiz ek işlerle uğraşmak için fazla tembeldi.
Bu sebepten ötürü kadın önden yandaki odaya gitmek için kısa bir yürüyüşe çıktığı sırada avlu, ölüm sessizliğine gömüldü.
Kadın ve yanındaki adamın içi nedensizce bir huzursuzlukla doldu. Kadın aceleyle hemen kapıya gidip, kolu çevirip, açtı.
Karşısında gördüğü manzara insanın kusmasını sağlayacak türdendi.
Getirdikleri ortalama güzellikte sayılabilecek kadın, şimdi tanınmayacak haldeydi. Yüzündeki deri soyulmuş, güneşten yanmış gibi duruyordu. Gözleri tamamen oyulmuştu ve dışarı doğru kan, beyin sıvısı ve tanımlanamayan beyaz bir sıvı akıyordu. Bağırsakları deşilmiş, adeta bir yün yumağı gibi her yere saçılmıştı. Kolları ve bacakları ise tamamen ezilmiş ve bu da ona bir insandan çok et lapası izlenimi vermekteydi.
Kadın lider kusmamak için kendini zor tutarken öfke dolu gözlerini adamı aramak için kullandı.
Fakat tuhaf bir şekilde adamda yerde cansız yatıyordu ve onun durumu da kadın kadar olmasa da kötüydü oldukça.
Kolları ve bacakları tamamen parçalara ayrılmıştı. Vücudunun tamamında vahşi bir yırtıcı saldırmış gibi bir pençe izleri ve çeşitli delikler vardı. Sanki birden fazla akrep, adamın üstüne saldırmış gibiydı. En şok edici olan kısımsa adamın erkeklik organının yerinde olmamasıydı.
Bu rezalet görüntüyü görünce ikilinin toparlaması oldukça güçtü. Öyle ki, duvardaki kocaman deliği ve adamın katili olan vahşete aç Alicia’yı fark etmediler.
…
“Sonra ne oldu?” Noah sorarken sarhoş olmasına rağmen oldukça meraklıydı.
Alicia ise devam etmeden önce derin bir nefes daha aldı ve sesinde en ufak bir titreme dahi olmadan;
“Hepsini öldürdüm. En ufak bir tereddüt dahi göstermeden. Cesetlerini tanınmayacak hale getirdim her birinin. Annemin intikamını aldım. Ondan sonra ise öfkem dinmemişti. Devam ettim. Koskoca tarikatı tamamiyle yok ettim. Hatta en sonunda Tarikat Efendisi dövüşüp sakat kalma pahasına tüm gücümle onunla savaşıp öldürdüm...”
Tarikat Efendisi, olan yaşlı adam tüm gücüyle bir canavarinsanı alt etmeye çalışıyordu. Kendisi bir buz büyücüsüysü. Bu yüzden etrafından normalde soğuk görkemli bir aura yayılması lazımken, şu an tek yayılan aura zayıf bir şekilde olan korku duygusundan gelen auraydı.
Karşısındaki canavar ise tam tersi durumdaydı. Vahşi, kan arayan bir iblisi andırıyordu aurası. Gerçi kendisi de pek farklı sayılmazdı. Güzel giysisinin her yeri öldürdüğü her bir kişiden bir kan lekesiyle kaplanmış ve kan giysi tarafından henüz tamamen emmemiş olmasına rağmen bir tür kan iblisinin giyebileceği türde bir giysiye dönmüş iken, saçları öne doğru sarkmış, görüşünü engelliyordu. Fakat buna rağmen öfke ve öldürme niyetiyle dolup taşan canavarvari gözler, Tarikat Efendisinin ruhunu delip geçiyordu.
Tarikat Efendisi ellerinde zar zor iki buzdan bir mızrak atarken kederliydi. Atalarının yıllarca büyüttüğü tarikat… Nedenini bile henüz bilmediği şekilde yok edilmişti.
“Neden!? Neden tüm Tarikatı yok ettin!?” diye sorarken içinde yoğun bir keder saklıydı.
Canavarımsı görünen Alicia ise bu buzdan gösterişssiz mızrakları, sanki ayrı bir öz bilince sahip, tüyler ürperten sağ ve sol kuyruğu ile blokladı. Kuyrukları oldukça sağlamdı. Bir çizik dahi oluşturamamıştı.
Sonrasında ise Tarikat Efendisi düştü. Kaybetmişti. Elindeki tüm gücü kullanmıştı.
Buna rağmen Alicia adım, adım yaklaştı. Her adımı sessizlikte Tarikat Efendisi’nin kafasına davul gibi iniyor, korkudan titremesini sağlıyordu.
“İntikam… İntikam istiyorum…”
Sanki habis bir mantra okumuşçasına bu sözleri tekrar ederken ortadaki kuyruğunu, en ufak bir acıma dahi göstermeden Tarikat Efendisi’nin kalbine sapladı.