Vampir Hükümdarı
Baskın (3)
Oğlanın garip yanıtına karşı sadece bir iç geçirmek ile yetindi lider. İşini düzgün yaptığı sürece astlarının kişisel hobilerini pek umursadığı söylenemezdi.
Aradan bir kaç saat geçti. Neşeli olan köyde küçük çaplı bir panik hakimdi. Panik olanlar çoğunlukla genç, çocuk kesimiydi. Yetişkinler, sanki bunun olacağını biliyormuş gibi korkutucu bir sakinliğe sahipti. Bu yüzden panik olan çocuklar, yavaşça yatışmaya başlıyor ve ebeveynlerinin söylediklerini yerine getirmeye başlıyorlardı.
O saatte meydanda olanlar dışında geneli kimlerin onlara saldıracak kadar acımasız olduğu konusunda bir fikre sahip değildi. Özellikle küçük olan çocuklar. Böylesine zararsız bir yere neden saldırmayı düşünsünler gibi düşüncelere sahiptiler.
Fakat Noah kısa bir anlığına duraksadı. Yüzünde tereddütlü bir ifade belirdi. Sonrasında boş bir bakışla, bir yöne bakarken tereddütlü ifadesinin yerini ilgisiz bir hal aldı ve kendi kendine mırıldandı.
Bunu demesinin ve önüne dönmesinin hemen ardından birisi ona çarptı.
Çarptığı kişiyi görünce duraksadı. Bakışları ilgisiz bir hal aldı ve sanki o orada yokmuş gibi geri döndü.
Çarptığı kişi onun bu köyde ona en belirgin şekilde düşmancıl hislerinin olduğunu düşündüğü kertenkele kuyruklu kadındı.
Noah da hemen ardından peşinden gitti.
“Huh. Bir an yakalandım sandım. O da neydi öyle?”
Bakan kişi her kimse, bakışları ölümün soğukluğunu yayıyordu. Öyle ki bir an ölümünün yakın olduğunu hissedip kaskatı kesildi. Fakat şanslıydı ki ölmek yerine ona bakan kişi bakmayı kesti. Bu ona bakan her kimse merhametin işareti ve aynı zamanda bir uyarıydı onun için ve o bu uyarıyı açıkça anlamış ve onu açıkça korkutmuş ve tereddütlü bir hale sokmuştu.
Daha fazla tereddüt etmeden uzaklaştı.
‘İşe yarayacağına emin misin Heron? Ne de olsa ben basit bir ölümlüyüm.’
[Rahat ol evlat. Sen ben- benim varisimsin. Benim kim olduğumu zaten biliyorsun. Benim öldürme arzumun gramını dahi çıkartsan o zayıf gelişimciyi korkutmaya yeterde artar. Hahaha!] (Heron)
‘Öyle diyorsanız öyle olsun. Fakat şimdi ne yapmalıyım? Savaş kapıda ve bu lanet sistem bana hiç yardımcı olmuyor.’
YN: Hocam uzun süredir bu paneli yazmıyorum. Görev sayısında hata varsa lütfen yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Ona göre düzeltiriz. Muhtemelen canım editörüm hatam varsa düzeltir ama olsun. (Ne zamandan beri bana bu kadar düşkünsün .d)
[Aşama - 0/3]
[Aşama 1 - Hayatta Kal]
[Açıklama: Kullanıcı köye yapılan baskının sonuna kadar hayatta kalmalıdır.]
Noah bir iç geçirirken aynı zamanda öfkeyle şikayetlendi. ‘Sistem dantian olmadan gelişim yapma imkanım varsa neden daha önce söylemedin? Ayrıca bu lanet olası görevde ne böyle!?’
[Kullanıcı kendi sorunlarıyla başa çıkmayı, engellerde pes etmemeyi öğrenmeseydi, bu paneli bir daha göremeyebilir, bir daha gelişim yapmayı hayal edemezdi. Şansınız gerçekten de, şanssızlığınız kadar absürt olduğundan ödül olmadan bile kap sayesinde gelişime benzer bir güçlenme yolu bulabildiğiniz için şükretmeniz gerektiğini düşünmekteyim.]
Sistemden böyle bir cevap beklemeyen Noah afalladı. Öyle ki şaşkınlık yüzüne yansıyınca yanındaki kızlar merak ettiler.
“Ha? Ne? Ha, bir şey yok. Önemli bir şey değil.”
Noah, kızların, neden şaşırdığı konusunda ki merakını basitçe geçiştirdikten sonra bir süre suskun kaldı.
Evet, “Sığınak” dedikleri yer, kocaman bir mağaraydı. Hem de küçük bir tepenin üstünde oluşan bir mağara. Öyle bir oluşmuş ki bu mağara nereden bakarsanız bakın, hiç bir şekilde doğal durmuyordu.
Alicia tuhaf bir şekilde bağıran Noah’a sordu. Sorusuna yanıt hemen gecikmedi.
Noah’ın dediği oldukça yerindeydi. Bu yüzden ona hak verdi. Fakat Lunette’ye güveniyordu. Bu yüzden umutlu gözlerle ona baktı.
“Mağaranın yolunu kimse bilmiyor ve ayrıca burası sıradan bir mağara değil. Merak etme, kimse bizi kolay kolay bulamaz.”
[Kız haklı. Buradaki mananın yoğunluğu aşırı fazla. Muhtemelen bir tür formasyon var burada. Yani rahatla.] (Akshay)
Kimisi mağaranın ortasına yerleşmiş bir tür kart oyunu oynuyordu, kimisi gücünü toplamak adına meditasyon yapıyordu. Fakat çoğunluk mağaranın duvarına yaslanmış bir şekilde herhangi bir haber beklemeye koyulmuştu. Bazıları çocuklarını avutuyordu. Bazıları fazlasıyla aç ve huysuz olan bebeklerini emzirmek zorunda kalıyordu. Kimileri ise çocuklarıyla birlikte ağlayıp sarılıyordu. Oldukça hüzünlü bir manzaraydı.
‘Umarım hayatta kalabiliriz…’
Tahliye tamamlanmıştı. Kalanlar ise köyü savunmak için hazırlanmıştı. Ellerindeki silahların keskinliği, kendini aya devretmek üzere olan güneşin, yorgun parlaklığından yansıyordu. Çoğu silahlarına bakınca kendi yüzlerini görüyordu. Çeşitli ırklar vardı bu küçük orduda.
Gerekirse canlarını vereceklerdi. Fakat karşıda bir canlı bile bırakmayacaklardı!
‘Eski zamanları hatırladım. Buraya ilk geldiğim zamanı hatırlıyor musun Lillia?’
Lillia bunu dedikten sonra acı bir kahkaha attı istemsizce fakat hemen ardından hüzünlü bir yüz gösterdi.
‘Hey, hey! Ölmedim. Hala burdayım, yanında. Sadece vücudum yok o kadar. Fakat, ruh olarak her zaman yanındayım. Ayrıca ne derler bilirsin değil mi? Bir kabusu öldürmek, sizin kabusunuz olur. Yani üzülme. Her zaman senin küçük kabusun olarak yanındayım. Haha!’
Lillia ve içindeki ses birbiriyle konuşurken, ağır adımlarla yandan üç buçuk kollu yaşlı bir adam geldi. Diğerleri gibi bir zırh seti giymişti. Üç elinde bir silah vardı. Bir çift balta, bir ağır kılıç. Sakat olan koluna ise bir hançer şeklinde bir protez koymuştu. Miğferindeki bir çift boynuz ve böylesine bir silah setiyle, tam teçhizatlı bir savaş iblisi gibiydi.
“Ulric amca. Sonunda geldiniz.”
“Hohoho! Her zamanki gibi çok saygılısın evladım. Uzun zamandır bu seti giymiyorum. Biraz küstahça aynada kendime baktığımdan geciktim kusura bakmayın. Eee? Şu bahsettiğiniz adamlar nerde?”
“Hmhm. Aynen planda bahsedildiği gibi gitmişsin. Demek o çocuğu attıktan sonra bir daha ses çıkartmadılar? Hmm…”
“Hey! Siz iki kertenkele! Sığınağa gidip, orayı koruyun. Ordaki yirmi kara elf! Sizde keşif amaçlı etrafı arayın. Eğer birisini bulursanız mümkünse canlı yakalayın.”
Hepsi tek bir ağızdan konuşup derhal görevlerini yerine getirmeye başladılar.
O sırada Lillia'nın boynuzuna bir damla düştü.
"Yağmur yağıyor.. Her yağmur yağdığında Göklerin lütfunu kazanmış birisinin öleceği söylenir. Kim bilir? Belki aramızdan birisidir. Ya da bizden tamamen alakasız biri."