Vampir Hükümdarı
Aç Bir Hayalet Asla Yeteri Kadar Yiyemez (8)
Tarikatı yok ederken hiç kimsenin hayatta kalmamasına özellikle dikkat etmişti. Ne de olsa bırakılan ufacık bir daldan, ileride kocaman bir ağaç olup karşısına dikilebilirdi.
Onları öldürürken gözlerinde gram acıma yoktu. Bunun çeşitli nedenleri de olsa en temel sebep onlar özünde yabancılardı. Sade bir oluşum altında toplanmaları onlara karşı bir his beslemesi gerektiği anlamına gelmezdi. Ayrıca oldukça fazla kana ve güce ihtiyacı vardı ve en kısa olan yoldan giderek bunu yapabilirdi.
Son ve en önemli görev ise sistem denilen şeyin onu öldürmekle tehdit etmesiydi.
Her neyse yeterince iyi bir şekilde yok ettiğine emin olduktan sonra tarikatın tüm kaynaklarını birkaç oldukça geniş olarak uzay yüzüğüne sıkıştırdı ve oradan ayrıldı.
Aradan yıllar geçti. Heron aralıksız gelişim ve katliam yolunda yürümeye devam etti. Dünyayı gezerken önüne çıkanı acımadan katlediyordu. Yolunun üzerine çıkan herhangi bir ölümlü şehrini, köyünü veya orta düzey tarikatların acımadan katletti ve belki de gezegendeki en genç üstün vampir olmuştu. Bu sayede kan ihtiyacını artık bastırabilirdi.
Tabii güce olan açlığı nedeniyle o bastırmak yerine körüklemeye devam etti. Ve soyuyla birlikte kendisi de delicesine güçlendi. Usta aleminin sonlarına kadar ilerlemişti. Bir imparatorluğu veya aşırı güçlü bir krallığı kışkırtmadığı sürece yenilmezdi.
Günlerden bir gün her zamanki gibi köylerden birini katletmiş ve rahat bir şekilde tepenin birinde uzanıyorken düşüncelere daldı.
'Hala yeterli değil. Hedefim için hala yeterli değil. Tüm bu gezegeni yok etmek için hala yeterli değil.'
Düşüncelerini sıradan birisi duysa onun deli olduğunu düşünebilirdi. Fakat evet, onun amacı buydu. Bu gezegenden nefret ediyordu. Yaşayanlardan nefret ediyordu. Kimse masum değildi. Herkes ölmeyi hak ediyordu onun için.
Düşüncelerinde kaybolmuşken, oldukça huzurluydu. Her gelişimci gibi kendisi de oldukça yakışıklı bir bireydi. Bu yakışıklılığı ve olağanüstü umursamaz çehresi ona uzaktan bakan herhangi birinin rahatlıkla ilgisini çekebilirdi.
Buna yoldan geçerken onu gören genç ölümlü kız da dahildi. Siyah dalgalı saçları, masmavi gözleri vardı. Bir ölümlünün standartlarına göre tanrıça denebilirdi. Fakat gelişimciler için bu kız sadece ortalamaydı.
"Bayım burada ne yapıyorsunuz?" diye seslendi kız yaklaşıp.
Heron, kısa bir göz atıp, ölümlüyü daha fazla umursamadı. Görmezden gelindiğini anlayan kız hayal kırıklığına uğradı. Köyde erkekler ona hep tapıyordu. Bu adamın ise umurunda bile olmamıştı. Gururu incinmişti.
Bu yüzden onu etkilemeye karar vermişti. Yanına oturdu. Ve sessizce kısa bir süreliğine Heron’un baktığı yere, havaya baktı.
Sonra ise sıkılıp topladığı mavi noktaları olan kırmızı renge ve küp şekline sahip meyveyi Heron’a uzattı.
"Ben, Esen Rüzgar köyünden Eri. Siz kimsiniz? "
Yanıt olarak meyveyi kabul ederken ilgisiz bir ses tonuyla sadece "Heron." dedi.
Onun ilgisiz tavrı kızın oldukça ilgisini çekmişti. Herkesin ona prensesler gibi davranmasına alışmış ve aynı zamanda bundan bıkmıştı. Heron’un ilgisiz tavrı bu yüzden onu oldukça çekici bulmasına neden oluyordu.
Heron ise elindeki meyveyi yemeden önce zehirli olup olmadığını anlamak için önce bir kokladı. Sonra ise sisteme tanımlattı. Sonucunda ise rahatça bir nefes alıp meyveden bir ısırık aldı.
Aldığı gibi ise ilgisiz yüzü hiç olmadığı kadar mest oldu. Onun değişen ifadesini görünce kız gururlu bir şekilde "Beğendiniz değil mi? Bu meyve, köyümüzün gururudur. Adı Esen Rüzgar meyvesidir. Rüzgarlı bir çevrede yetişebildiğinden bu ismi verdik. Şu mağaranın oralarda tesadüfen yetişmeye başladı. Eğer isterseniz sizi götürebilirim ama önce köye gidip bunları bırakmam lazım. Yardım eder misiniz?" diye köye davet etti.
Heron ona bu meyveyi verdiği için yardım etmeyi sessizce kabul etti. Zaten yapacak bir işi yoktu. Kolundaki sepeti elinden aldı ve peşine düştü. Bir süre yürüdüler. O sırada Heron sessizce dinliyor, bazı zamanlar kafa sallıyordu. Pek konuşmak isteyen birisi değildi. Yine de bu tavrı kızın onu daha da çekici bulmasına sebebiyet vermişti. Kısa bir tek taraflı sohbet döndükten sonra köye vardılar.
Daha doğrusu köyün harabelerine…
Heron, kızın köyünün kendi yok ettiği köylerden biri olmasını beklemiyordu. Biraz şaşırdı. Tabi bunu yüzüne pek belli etmedi. Her zamanki gibi ilgisiz bir ifadeye sahipti. Hatta gözlerinde hafif bir mutluluk ifadesi görülebilirdi. Sanki önünde korkunç bir manzara yerine çiçek, böceklerin olduğu bir manzaraya bakıyordu.
Kızın ise sıradan bir fani olarak ilk verdiği tepki donakalmak oldu. Gözlerinin feri gitmiş gibiydi. Ağlıyordu ama herhangi bir tepki veremiyordu. Vücudu tir tir titriyordu.
Heron ilgisizce sessiz ağlamasını izledi. Sanki tüm bunların sorumlusu o değilmiş gibi…
Taşlaşmış kalbinde ilk kez bir çarpma ve tuhaf bir acı hissetti. İlk kez böyle hissediyordu.
'Sebebi kız mı?' diye merak etti ve "Ağlama." diye mırıldandı bilinçsizce Heron.
Kız ise onu pek duyabilecek durumda değildi. Titrerken nasıl olduğunu bilmese de kendinde hareket edecek güç buldu ve hızla annesi ve babasının olduğu yere köyün ortasındaki dev yapının olması gerektiği yere koştu.
Koşarken gördüğü her yerde kupkuru cesetler ve yıkıntılar gördü, bu onu bayağı bi korkuttu ve endişesi daha da katlandı.
Koşarken "Lütfen, lütfen kaçmış olun. Lütfen…" diye endişeyle konuştu.
Heron ona bakarken düşündü.
'Bu kızın gittiği yer… köyün boktan şefinin olduğu yer sanırım. Görünce ne tepki verecek merak ediyorum. '
Heron onunla birlikte giderken temposunu biraz arttırdı ve sonunda büyük bir harabe ve önünde duran iki ceset ile karşılaştılar.
Kız cesetleri görünce dizlerinin bağı çözüldü.
"Anneeee~! Babaaaa~!"
Bağırarak ağlamaya başladı.
"N-neden!? Bunu size kim, neden yaptı!? Hangi cani yaptı bunu!?"
Göz yaşları durmuyor ve bu da Heron’u garip bir şekilde rahatsız ediyordu. Heron, kıza baktı ve umursamaz bir tonla "Ben yaptım." dedi.
Kız ağlamaya devam ederken sessizleşti. Heron kızın anlamadığını düşünüp tekrar etti. "Sana dedim ki ben yaptım. Neden sustun? İntikam istemiyor musun? Karşındayım."
Heron’a bakan kız ağlamaya devam ederken kederli bir şekilde ona yanıt verdi.
"Size karşı bir şansım olamayacağını farkındayım bayım. Sizden normalde gelişimcilerde olan herhangi bir baskı hissedemiyorum. Bu demektir ki…Ya siz ölümlüsünüz bizim gibi ya da o kader güçlüsünüz ki gücünüz fanilerin algısının dışında…"
Heron şaşırmıştı. Az önce zayıf bir ölümlü olarak ağlayan kız ile bu kızın ayrı kişiler olabileceğine inandı. Sevdiği herkesin ölmesine verilen tepkiler genelde... Daha agresif oluyordu. Genç kızın sesi sonlara doğru iyice kısıldı.
"...Fakat merak ediyorum. Neden? Tüm bunları neden yaptınız? Size ne zararımız dokundu? Ne yaptık da kızdırdık?"
Heron, her zamanki ilgisiz sesiyle yanıtladı.
"Bir şey yapmadınız. Sadece canım öldürmek istedi. Ben de öldürdüm. Kana ihtiyacım vardı, yaptım."
Heron’un yanıtını duyan kız sessizce ağlarken gülmeye başladı.
"Hah, hahaha, hahahahaha. Anlıyorum, anlıyorum. Boş yere öldüler yani. Tanıdığım herkes, sevdiğim herkes… boş yere öldü. Hepsi bir hiç uğruna."
Heron’a bakarken delicesine gülüyordu.
"Öyleyse beni de öldür. Ne duruyorsun?"
Heron ona bakarken aniden aklına gelen bir fikirle kıkırdadı.
"Ehehe. Seni öldürmek mi? Hayır, seni öldürmeyeceğim. Fakat sana beni öldürmek için bir şans sunabilirim. Giysini çıkart ve üzerine kan mührü yapmama izin ver. Karşılığında sana güç bahşedeceğim ve yeterli bir düzeye ulaştığında bana meydan okumana izin verebilirim. Hatta yeteri kadar güçlenirsen öldürebilirsin bile."
Heron’un önerisi afallamasına sebebiyet verdi. Kan mührünün ne olduğunu bilmese de bir mührün ne demek olduğunu biliyordu. Üzerine mühür yapılan herhangi bir kişinin bir köleden herhangi bir farkı yoktu. Tek emriyle ölümüne sebep olabilirdi. Yine de tüm bunlara rağmen istemese de kız kabul etmek zorunda hissediyordu. Bunu yapmalıydı. Her ne kadar istemese de yapmalıydı. Ailesinin ve köydeki geri kalan herkesin intikamını almak için güçlenmeliydi. Üstelik herkesin katili olan bu adamın yanında. Eğer ondan bağımsız güçlenirse bir daha onu bulamayabilirdi veya başka birisi onu öldürebilirdi. Gerçi yine öldürüp, öldüremeyeceği belirsiz de olsa, ufacık olan o umut ipliğine dokunmayı seçmişti.
“Kabul, kabul ediyorum, seni canavar.”
Heron, onun cevabına sadece güldü. Üzerindeki tek parça köylü giysisini çıkartmasını bekledi. Köylüler düşük sınıf muamele gördüğünden doğru düzgün giysileri yoktu. Tabii bu Heron’un pek umrunda değildi. Sonunda çıkarttığında pürüzsüz bir vücut karşıladı onu. Dolgun göğüsler, orantılı bir vücut. Tüm ölümlülerin ilgisini çekecek bir vücut, sadece ona sunulmuştu.
Yine de Heron buna karşı duyarsızdı. Bu katliam yaptığı yıllarda katlettiği köylerden daha fazla kişiyle birlikte olmuştu. Kimisi gelişimci, kimisi aciz ölümlülerdi. Kimilerine zorla kendinin yapmış kimilerine kendi isteğiyle olmuştu. Bu yüzden böyle bir vücuda karşı duyarsızdı.
Ancak ilk kez bir erkek tarafından görülen kız için aynısı denemezdi. Bir koluyla alt tarafını gizlemeye çalışırken diğer koluyla da göğüslerini tutuyordu. Yüzü hafif kızarmıştı.
Onun bu halini umursamayan Heron, adım adım yaklaştı, küçük bir hançer çıkarttı ve iki göğsünün tam ortasına bir mühür çizmeye başladı. Aradan zaman geçti.
Heron’un çizdiği mühür tasarımı köleler için kullanılan tasarıma benzese de arada oldukça büyük farklar vardı. Genelde kölelik mühürleri, uygulanan kişileri direkt ona bağlı eder. Onun hakkında en ufak kötü bir şey düşünmesine bile izin vermez. Kısaca sahibinin sevimli köpeğinden hiç bir farkı olmaz. Heron’un çizdiği mühür ise kötü düşüncelere izin veriyor ve onun ondan bağımsız olmasına izin veriyordu. Mührün sadece tek bir işlevi vardı onunkinde. Verilen emirleri sorgulasa bile direkt uygulamalıydı.
Heron’un yaptığı mühür bittikten sonra son nokta için parmağını kesip kanını yaptığı kanlı mühre damlattı.
Tüm bu zaman ise bir ölümlüye rağmen şaşırtıcı bir irade göstermiş olan kız herhangi bir ses çıkartmadı. Heron’un son yaptığı değdirme işleminin ardından üzerindeki çizimin olduğu yer zaten acı verirken o da yetmezmiş gibi yanmaya başladı.
“Ahm~!” diye inledi kız acıyla.
Heron onun sesini duymayı bekliyordu. Fakat bu kadar kısık ve boğuk olmasını beklemiyordu. Şaşırdı.
‘Acıya toleransı oldukça yüksek. Sıradan bir kadın çoktan acıyla çığlık atıyor, yerde dolanıyor olurdu. Gerçekten ilginç.’
Yanma kısa bir süre sürdü ve sonunda Heron ve kız rahat bir nefes aldı. Daha doğrusu Heron sadece rahat bir nefes aldı. Kız ise hem yaşadığı mental acılar hem de şu an yaşadığı fiziksel acılar nedeniyle terlemiş ve boğuk bir şekilde nefes alıp veriyordu.
“Pekala bitti. Bugünden itibaren beni öldürebilecek kadar güçlenene kadar bana aitsin. Benim hakkımda istediğini düşünebilirsin. Fakat yeterli güce ulaşana kadar emirlerime itaatsizlik edemezsin...”
Devam etmeden önce kızı şöyle bir kez daha süzdü.
“...Ayrıca üstüne bir şey giysen iyi olur. Yoksa ilk günden bakireliğin gidebilir. Haha!”
Heron’un dediğini duyan kız sinirle ve nefretle sade ona bakmakla yetindi. Sonrasında dönüp paçavra sayılabilecek eski püskü giysileri giydi. Heron ona bakarken yüzüklerden birinde ona uyabilecek bir takım kıyafet var mı diye bakmaya başladı. O bir katliam tanrısıydı. O ölümün ta kendisiydi. Böylesine dehşetengiz bir varoluşun yanında duran biri asla böyle paçavralarla dolaşmamalıydı.
Bu sebepten ötürü biraz depolama yüzüklerini kontrol etti ve istediğini buldu. Güzel bir cheongsam, yanında güzel dantelli bir çift sütyen ile külot. Bunları yok ettiği tarikatlardan birindeki tarikat liderinin koleksiyonundan elde etmişti. Hatırlayınca istemsizce merak etmeden edemedi.
‘Cidden nasıl bir sapık, kadın giysilerinden koleksiyon yapar ki?’
Ne yazık ki bunun cevabını asla öğrenemeyecekti. Bu giysileri kızın kafasına fırlattı ve umursamazca “Bunları giy. Benim yanımda dolaşacak birisinin paçavralar değil, statüsüne layık, asillerin bile kıskanacağı giysiler giymeli...” dedi. Sonrasında arkasını döndü ve devam etti. “...Giyinmen bitince söyle de şu mağaraya gidelim. Oradaki meyveler çok lezzetliydi.”
Kız ise üstüne atılan giysiler karşısında ufak bir şaşkınlık yaşadı. Sütyen, külot ve böylesine şık bir giysi halk kesiminden olan onun gibi birinin asla hayal edemeyeceği bir şeydi. Bu yüzden şaşırsa da kısa şaşkınlığından hemen kurtuldu.
Heron’un sırtına bakarken değiştirmeye başladı, değiştirdi ve birlikte mağaradan o meyveleri topladıktan sonra maceralarına başladılar.