Vampir Hükümdarı
Saldırı!
Noah geldiğinde çoktan hava kararmak üzereydi. Gerçi geldiklerinde de havanın tam aydınlık olduğu söylenemezdi. Fakat şimdi Güneş tamamen batmak üzereydi.
Noah, ellerinde zar zor yakaladığı dört tavşanla, Julia ise tesadüfen yakalayıp öldürdüğü bir küçük tek boynuzlu bir tilkiyle kamp olarak kullandıkları yere geldiler.
Noah, ellerindeki dört tavşanın kürkünü çıkartmak için yüzüğündeki mızrağı çıkartıp kullandı. Kan enerjisi ve de düşmanların kanıyla keskinleştirilmiş bu kan kızılı mızrağı kullanarak tavşanın derisini yüzmek oldukça zordu.
Fakat Noah bunu kendisi için bir tür odak eğitimi olarak kullanmayı tercih etti. Önceki hayatında ham güce ve sadece güç odaklı tekniklere bel bağlamıştı ve bu yüzden gücünü kontrol etmekte hep bir zorluk çekmişti. Anca zirveye çok yaklaştığında hatasını fark edip gücünü kontrol etmeyi öğrenecek fırsat bulmuştu.
Şimdiyse bunu oldukça iyi bir fırsat olarak gördü. Noah’ın hamleleri önceden aldığı canlarla bilendiğinden oldukça kontrollü olduğu söylenebilirdi. Neredeyse tüm odağını tavşana vermişti.
Öyle bir odak sergiliyordu ki onlardan bir süre sonra çalı çırpı toplayıp gelen ikiliyi fark etmedi. İki gece elfi ona deliymiş gibi kısa bir süre baktı. Nasıl bir akla sahip birisi dev bir mızrakla uğraşırdı ki?
Her neyse aradan zaman geçti. Gece elfleri ateş yaktı. Noah ise ellerindeki dört tavşanı temizledi ve sonra daha da ince iş olan bağırsaklarını çıkartmak vb. için yüzüğünden küçük bir hançer çıkarıp onu kullandı ve bir çubuğa geçirip, çevirerek pişirmek için küçük bir düzenek yaptı. Aynı şekilde Julia’nın öldürdüğü tilkiyle de uğraştı. Uğraşırken diğerleri geldi. Orman elfi ile kara elfe bulup bulamadıklarını sorduğunda tahmin ettiği gibi buldukları sonucuyla karşılaştı. Sonra kalan ork ve vampir gece elfi ise sanki bir kasaptan alınmış gibi oldukça düzgün kesilip, derisi soyulmuş iki tavşan getirdiler. Noah onları da çubuğa koydu ve çevirmeye başladı ve aynı zamanda tilkiyle uğraşmaya başladı.
Yavaş çevirişleriyle koku orman boyunca yayılırken herkesin ağzının suyu aktı. Tavşanların leziz etinden akan yağ, ateşle buluşup insanın içindeki açlığı körükleyen cızırtılı bir ses oluşturuyordu. Her yağ damlası herkesin açlığını derinlemesine uyandırıveriyordu. Tüm bu zaman boyunca baygın olan Lunette de kokunun enfesliğiyle uyanıverdi. Aptallaşmış bir şekilde kafasını tutarak dikildi. Noah ona küçük bir bakış atsa da umursamadı. Önceliği önündeki tilkiydi.
Tavşanlar iyice piştiğinde ise Noah’ın tilkiyle işi anca bitmişti. Tavşanları çıkartıp, ikiye bölüp, her birini ayrı bir çubuğa geçirdi. Neyse ki bir sürü yarım bir tavşanı taşıyacak kadar kalın dalları vardı da bir zorluk yaşamadılar.
Aslında bu kadar et kimseyi tamamen doyurmak için yeterli değildi. Evet normal bir ölümlü için yeterince doyurucu olabilirdi. Fakat gelişimin başlangıç kısımlarında olan gençler için anca zar zor doyururdu. Noah tam da bu yüzden tilkiyi pişirmeye hazırlıyordu.
Noah onu hazırlarken de herkes tadına vara vara elinden geldiğince yavaş yiyordu. Tabi bununla birlikte bir sohbette kaçınılmazdı.
Lunette baygın olduğundan en son olan olayları ve de nerede olduklarını sordu. Noah da fırsattan istifade olanları birazcık değiştirerek anlattı.
Kısaca tesadüfen bir ceset gördüler. Cesedi biraz araştırdıklarında ise nerede olduklarını ve de çıkışı gösteren bir harita buldular.
Oldukça inandırıcıydı.
Anlatışı bittikten sonra aldıkları haritayı Julia’dan çıkartmasını isterken tavşandan bir ısırık aldı.
“Haritaya göre bulunduğumuz yer Ölüm Gecesi Ormanı diye geçiyor. Oldukça küçük bir orman sanırım. En fazla bir gün sürecek bir yürüyüşün ardından barınabilecek bir şehir bulabiliriz.”
Noah açıklarken melez araya girdi.
“Paramız olmadan bizi içeri almaları mümkün değil. Unut o işi.”
Noah ona şaşkınlıkla baktı.
“Daha önce hiç dışarı çıkmamış birine göre oldukça bilgilisin.”
Melez kuru kuru öksürdü ve biraz utanmış bir şekilde yanıtladı.
“Ş-şey babam bana hep yaşadığı maceraları anlatırdı. Bende oradan biliyorum.”
Noah, onun gözlerinin içine baktı. Gece elfi melezi bakışlarını kaçırınca Noah daha fazla ilgisini ona doğrultmadı.
“Pekala. Adın neydi?”
Vampir melezi adını söyledi.
“Dojin.”
Cevabını duyunca Noah devam etti.
“Dojin. Dojin’in de dediği gibi paramızın olmaması büyük bir sıkıntı oluşturabilirdi. Tabii size bahsetmeyi unuttuğum para dolu kesemiz olmasaydı. Julia keseyi açıp göster.”
Julia dediği gibi çıkartıp gösterdi. Kese açıldığı an içinden mana sızmaya başladı. Ne olduğuna bakan gençlerden bilenler biraz şaşırmış, ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmayanlar ise sadece boş boş bakabiliyorlardı.
Noah ise hepsinden daha fazla şaşırdı.
‘N-Ne? Düşük kademe işlenmiş mana cevheri mi!? Nasıl lan!? Buranın para birimi mana cevheri mi!? Lükse bak lan!’
Mana cevherleri toprağın derinliklerinde oluşan doğal madenlerdi. Bunlar işlenir ve kullanıma hazır hale getirilirdi. Tabii bu işlemler hiç bir şekilde sıradan değildi. Bir Usta alemi gelişimcisi bile en azından Noah’ın bildiği kadarıyla bir tane mana cevherini tam anlamıyla işleyebilmek için bir gün harcamalıydı ki bu tip cevherlerin işlenmemiş bir halde bulunması eski yaşamındaki anılar kadarıyla oldukça nadirdi ve her biri oldukça büyük bir rağbet görüyordu. Anca Kral aleminin ötesinde kullanılan bir madeni para olarak görev görüyordu.
‘Oldukça değişik bir yerdeyim anlaşılan.’ diye düşünmeden edemedi. Ayrıca daha Usta aleminde bile bu kadar az insanın olduğu bu gezegende nasıl bu mana cevherini işleyebildiklerini merak etti.
Kendi gezegeninde altından bile değerli olan bir şeyin bu gezegende çöp parçası gibi olduğunu bilmek gerçekten iç karartıcıydı. Fakat aynı derecede mutluluk verici bir şeydi. Bunun nedeni ise…
‘Şimdilik bunları düşünmemin anlamı yok. Önümdekilere odaklanmam lazım.’ diye düşüncelerini kestirip atıp önüne döndü. Kesenin içinde oldukça fazla miktarda işlenmiş mana cevheri vardı.
“Yirmi sekiz, yirmi dokuz... Tam otuz üç tane var. Kişi başına bölersek herkes 3 alıyor. Sanıyorum ki bu şehre giriş ücretini karşılamaya yeter de artar.”
Noah’ın hesaplaması sonucunda herkes başıyla onaylarken kimileri ona salya akıtarak baktı. Elisa, onlara bakarken onu da adamdan saydığını görünce şaşırdı. Normal şartlarda kölelerin hiçbir hakkı olmazdı. Biraz beklenmedik olsa da şaşkınlıktan sonra umursamayı bıraktı. Ne de olsa o hala onun kölesiydi ve onu ilgilendiren bir şey değildi.
O sırada Noah ise kendi düşüncelerindeydi.
‘Umarım buranın fiyatlarının bilmeme konusundaki cahilliğimden faydalanıp az para vermemişlerdir. Aksi takdirde canını almam gerekenler listesine girecekler. Annem de bir kez olsun fiyatlardan bahsedeydi keşke...’
Kendi kendine iç geçirip söylenirken bilgelik dolu bir ses onu yanıtladı.
[Anılarını tamamen kontrol ettiğine emin misin? En azından temel bilgileri söylemesinin gerektiğini düşünüyorum.] (Akshay)
Akshay’ın dediğine sinirle tam yanıt vermek üzereyken zihninde biraz dolaştığında gerçekten de böyle bir bilginin olduğunu fark etti. Yeni elde ettiği anılar mevcut anılarının bazılarının baskılanmasına ve bu sebeple önemli şeyleri unutmuş olabileceğini fark etti. İyi yanından bakacak olursak mevcut parasıyla rahatlıkla herkesi içeri sokabilirdi. Fakat bunu bilmek Noah’ın moraline pek etki etmedi.
Ve sonucunda daha da çok sinirlenip Akshay’a çattı.
‘La sen hala burada mısın? Senin görevin Heron’u tutmak değil miydi? Ne arıyorsun burada?’
[Çok soru soruyorsun. O küçük veletten öğrenmişsindir çoktan bizim ne olduğumuzu? Sence öyle kolayca peşini bırakır mıyım?] (Akshay)
Noah sessiz kaldı. Ani sessizliği biraz atmosferi garipleştirse de Noah’ın böyle bir alışkanlığı olduğunu bilen Julia toparladı onu.
“Pekala. Öyleyse hemen yola çıkmalı mıyız?”
Dojin direkt reddetti.
“Saçmalama. Bu vakitte harekete geçmemiz demek. Vahşi canavarlara açıkça bizi avlayın demek gibi. Şimdilik burada kamp yapmalıyız. Değişimli bir şekilde nöbet tutalım sabah olduğu gibi yola çıkarız.”
Diğerleri de onaylarken Noah onun dediğine kulak kabarttı ve Dojin’in mantıklı karar verebilmesini takdir etti. Beyinsiz biri gibi davranıp hemen gitmeye kalkışıp canavarlara yem de olabilirdi.
Tabii şu an bulundukları konumda kararlarının pek bir önemi olmayacağını Noah dışında kimse bilmiyordu. O ise olay yaşanana kadar kimseye bunu söylemeyi beklemiyordu. Söylemeye gerek duymuyordu. Oldukça zorlanacak hatta aralarından birkaçı ölecek dahi olsa hayatta kalabilirlerdi. Tabii emirlerini dinlerlerse. Dinlemezlerse…
‘Hehehe işte o zaman kendi sonlarını hazırlayacaklar.’
Sohbet eden kimse onun şeytani düşüncelerini farkında olmaması ne yazıktı. Zar zor kendine gelmiş Lunette ise Alicia’dan son bilgileri almış, hazmetmişti. Ona döndü ve onla biraz yalnız konuşmak istediğini söyledi.
Noah reddetmedi ve onla birlikte kamptan biraz uzaktılar. Mesafe tam kimsenin dediklerini -bağırmadıkları sürece tabii ki- duyamayacakları ama koşarak dönebilecekleri şekildeydi.
“Efendim Lunette. Neden beni çağırdın?”
Soruşundan olabildiğince eski halini korumaya çalışsa da ses tonunda ki canlılığının yerini alan sade ve biraz soğuk tonu Lunette’nin fark etmesi uzun sürmedi.
“İyi misin Noah? Sesin… Soğuk gibi.”
‘Siktir.’
Zihninde istemsizce küfreden Noah hemen toparlamaya çalıştı.
“İyi-iyiyim. Neden iyi olmayayım ki? Sadece… Çok fazla olay oldu be Lunette. Ondan hala aklımı toparlayamıyorum. Neyse benimle ne konuşmak istemiştin?”
Lunette, Noah’ın geçiştirmelerinden hoşlanmasa da direkt konuya girmeyi tercih etti. İlişkilerini daha sonra konuşabilirlerdi.
“Bu Elisa… Hiç güvenilir görünmüyor ve herkese soğuk bir şekilde bakıyor. Kimin nesi o?”
“Ah! Doğru sana anlatmadım değil mi olanları? Bak şimdi…”
Onlar portala girdikten sonra olan olayların kısa özetini geçti. Tabii kendiyle alakalı detaylardan kaçınıp sadece kendi içinde uyanan soyu anlatarak.
Tüm bunlar olurken de orman elfiyle ork muhabbet ediyordu. Düzeltmeli daha çok tartışıyor gibilerdi. İkiside hararetli bir şekilde konuşuyordu. Fakat kendi aralarında o kadar kısıktı ki sadece aşırı yakınında olanlar duyabilirdi ve duyan olsa bile sadece aptallar deyip kendi önlerine dönerlerdi. Tartışmanın konusuna gelecek olursak…
“Dostum sana diyorum hiç bir kadın Lunette kadar olamaz. Evet, buradakilerde oldukça güzel özellikle şu tuhaf kıyafetleri olan. Fakat Lunette daha güzel.”
“Ya kes. Sadece çocukluktan beri ona aşık olduğun için reddediyorsun. O kadın buradaki tüm kızlardan daha güzel.”
Orman elfi kıpkırmızı oldu.
“Hey. Onun, bununla hiç alakası yok!” diye istemsizce bağırarak sıçradı. Sesi diğerleri tarafından bakışlara sebep oldu. Lunette’ye özeti anlatan Noah bile ona döndü.
‘Ah, kendi sonunu hazırlayan ilk kurban.’ diye düşündü ve tam da düşündüğü esnada aniden orman elfi ne olduğunu bile fark edemeden düştü. Yüzüstü düşüşü oldukça komik olduğundan herkes hafifçe gülmeden edemedi. Bazıları “Aptal…” diye mırıldandı.
Herkes gülüşürken tek acı çeken taraf orman elfiydi. Orman elfi aniden acıyla çığlık atmaya başladı. Sanki zorla organlarını söküyorlar gibi çığlık atması diğerlerini korkuttu.
“Hey aptal! Kalksana ayağa.”
Ork dayanamayıp onu kaldırmaya çalışırken orman elfinin çok hafif olduğunu fark etti. Kaldırdığında ise karşısında sadece bir canlıdan kalan artıklara benzer bir şey vardı.
"Bu ne lan!?"
Herkes aniden korkup ayağa kalktı. Julia ise nispeten daha temkinliydi. Vücudunda manayı dolaştırıp olası bir saldırı için kendini korumaya aldı. Elisa ise ölümden o kadar korkuyordu ki kendine manadan bariyer oluşturdu. Anca öyle olası bir hareketi algılamak için manasını yaydı.
‘Akıllı kadın. Usta aleminde sıkışıp kalmasına rağmen. Oldukça etkileyici. Acaba neden ona ruh sarayını söylemediler?’
Noah’ın takdirle ve merakla dolu konuşmasını duysa sinirden kesinlikle kalp krizi geçirirdi.