Vampir Hükümdarı
Aranan
Kimse ne olduğunu anlayamasa da korktuklarından tetikteydi hepsi. Bir tek Noah sakindi. Bunun sebebi ölümden korkmaması değildi. Sadece karşılarındaki şeyin özelliğini bildiğinden sakin olmak zorundaydı. Tabii bunu şu an anlatabilecek durumda değildi. Çok şüphe çekerdi. Ayrıca açıkçası dayanıp dayanamayacaklarını görmek istiyordu.
Dojin kan kızılı keskin gözlerini anında belli ederken etrafı dikkatle inceledi. Normal insanların görüşü o kadar iyi olmasa da vampirler gecenin hükümdarlarıydı. Gözlerini tam kapasite kullandıklarında rahatlıkla gece görüşü açabilirlerdi.
Buna Noah da dahildi. Fakat o şu an özellikle bunu yapmamayı tercih etti. Çünkü bunu yapması avlanmasıyla sonuçlanabilirdi. Tabii o sırada yalnız kalmamak için şu an Lunette ile kamplarına koşuyorlardı. Fakat yine de kalp atışı oldukça düzenliydi.
Ve tam da bunu düşündüğü esnada dediği oldu Dojin etrafı gözleriyle incelerken tam arkasından bir yılana benzer bir saldırı geldi.
“Arkanda!” diye bağırarak aniden Alicia atıldı ve ona sağlam bir avuç darbesi indirdi. Avuç darbesi sonucunda titreyerek yılana benzer şey yere düştü.
“Bu şey de ne böyle?”
Düşen şey, kalın bir daldı. Kimse neler olduğunu anlayamadı. Dojin ise Alicia’ya minnettardı. Az daha ölecekti. Tam teşekkür edecekken Alicia nötr bir tonla yanıtladı.
“Şükranlarını kendine sakla. Daha önemli sorunlarımız var. Etrafa bak!”
Biraz göz gezdirdiği an dehşete kapıldı. O deminki dal kadar kalın bir sürü dal onlara saldırıyordu. Hepsi bir yılan kadar çevik ve de bir kaya kadar sağlamdı. Kırılmıyorlardı. Fakat tek vuruşta yere yığılıyorlardı.
Noah, keskin algılarını takdir etmeden edemedi. Sanki deneyimli savaşçılar gibiydi her biri.
“İşte buna yetenek derim. Sen ne düşünüyorsun Lunette?”
Sanki havadan sudan konuşuyormuş kadar rahat olan Noah’a afallamış bir şekilde baktı Lunette.
“Sen…”
En sonunda ise iç geçirdi. Sormak istediği çok soru olsa da sormaktan vazgeçti. Bunun yerine “Konuşacak vaktimiz yok. Onları defetmemiz lazım.” dedi sertçe. Noah ise onu umursamazca yanıtladı.
“Gerek yok. Bu bitkilere sese göre tepki veren canlılar. Bu yüzden sessiz kaldığımız sürece endişelenmemize gerek kalmaz. ”
“Ses mi?”
Lunette şaşırdı.
“Sen bunu nereden biliyorsun?”
Noah ise gizemli bir tavırla yanıtladı.
“Gözlerim her şeye kâdir olunca ne yapabilirim ki?”
Bu önceki hayatında Eri’yle dalga geçip söylemek istemediği şeyleri söylememek için kullandığı bir bahaneydi ve bunu söylemekten asla sıkılmazdı. Tabii Lunette daha ona cevap veremeden hemen devam etti.
“Onu bunu boş ver de sen dediğimi yap. Sakin ol. Gözlerime bak ve derince nefes alıp verip sakinleş.”
Lunette’nin bu konu hakkında çok sorusu olsa da Noah’ın dediğini harfi harfine yerine getirdi. Derince nefes alıp vermeye başladı. Hızlanan kalp atışları yavaş yavaş sakinleşiyordu.
“Güzel, güzel.” Noah tatminkar bir şekilde mırıldanırken tam o sırada Lunette’nin arkasından bir dal çıkıp onu yakalamaya çalıştı. Fakat düzenli atan kalp atışı ve de tamamen sakin olması sayesinde onun varlığını saptayamayıp onlardan azıcık uzakta olan gece elfine saldırdı. Bu sırada kampa tamamen vardılar. Savunmaya yardım etmeleri gerekiyordu. Fakat herkes kendini korumakla uğraştığından kimse fark etmedi onları ilk başta.
Aradan bir süre geçti. Gecenin ortalarıydı. Herkes yorulmaya başlamıştı. Diğerleri savaşıp kaçınmaktan yorulurken Noah ve Lunette bunun yerine sakince duruyorlardı.
Bu da oldukça tepki topladı doğal olarak. En çok tepki veren ise Dojin idi.
“Ne yapıyorsunuz siz!? Bizi ölüme mi sürüklemeye çalışıyorsunuz!?”
Noah ise ona sadece bir bakış atıp sinirli fakat bir o kadarda kısık bir sesle yanıtladı.
“Kes lan sesini. Asıl siz ne yapıyorsunuz? Amacınız kendinizi öldürmek mi?”
Herkes birden afalladı. Orada asıl durup hiç bir şey yapmayan onlar değil miydi? Ne demek istiyordu? Herkes şaşkınlık ve öfke arasında gidip geliyordu ve tüm bunların bilincinde olan Julia da herkesin öncüsüymüşçesine “Ne demek istiyorsun Noah?” diye sordu hemen.
Noah ise derince bir nefes alıp açıklamadan önce aptallıklarıyla alay edercesine süzdü herkesi. Tabii Julia, Elisa, Alicia ve de Lunette dışında.
“Ne demek istediğim belli. Kendi kuyunuzu kazıyorsunuz. Bu yaratıklar az önce tespit ettiğim kadarıyla yüksek atan kalp atışlarımıza ve de çıkardığımız yüksek sese göre bizi algılıyorlar. Az önce de o yüzden o aptal orman elfi öldü. Şimdi, herkes derince nefes alıp sakinleşsin.”
Noah’ın dediği hiç de inandırıcı değildi. Bunu denemek nereden bakarsan bak intihardan farksızdı. Gram aklı olan denemezdi. Herkes saçmaladığı için Noah’a küfredip savuşturmaya devam ediyordu. Fakat Julia tereddüt etmeden ona güvendi. Kalp atışlarını sakinleştirmek için derince nefesler alıp verdi. Savaşmayı da bıraktı. Kalbi düzene girdi ve tam da o anda oldukça büyük bir yılan gibi bir dal parçası ona kıvrılarak yaklaştı. Biraz korksa da korkusunu bastırıp sakinliğini korudu ve herhangi bir ses çıkartmadı.
‘Hadi, hadi! Noah yüzüstü bırakmaz beni.’
Ve beklediği gibi oldu. Ağaç dalı sanki bir şey arıyormuş gibi biraz etrafta dolandı ve sessizce geldiği yere geri döndü.
Julia rahat bir nefes aldı ve hemen herkese alçak bir tonda söyledi.
“Noah’ın dediği doğru. Herkes sessiz olsun."
Julia’nın dediğini duyanlar ilk başta inanmasa da onun yaşadığına canlı şahit olanlar da onun gibi yapınca inandı ve yavaş yavaş hepsi yapmaya başladı. Elisa ise önlemlerini tutmaya devam ederken aynısını uyguladı. Tam anlamıyla bir korkaktı.
Neyse ki sonucu etkilemedi. Herkes sakinleştikten sonra saldırılar yavaşladı ve sonra tamamen durdu. Bunlar olurken Noah ise kendi kendine düşünüyordu.
‘Gerçekten iyi bir hasat oldu bu benim için. Herkesin yeteneklerinin boyutunu kolaylıkla ölçebildim. Bu Dojin denen çocukta iş var. Yardımcım olarak alabilirim sanırım. Fakat güvenilebilir mi? Neyse önlem olsun diye mühür koyarım ileride. Diğerlerine gelince… İyiler ama yeterince değil. Tabii benimkiler dışında ehe. Alicia zaten aralarında Dojin ile birlikte en iyiliği paylaşıyorlar. Lunette ise tepki veremese de iyiydi. Her neyse fırsatını bulduğum gibi bu veletleri def etmeliyim. Aksi takdirde gereksiz ağırlık yapacaklar.’
Düşüncelerinden sıyrılmadan önce son bir kez kalanları süzdü. Herkes yoğun bir savaştan çıkmış gibi yorgundu. Fakat ona bakarken herkesin gözünde bir miktar şükran izi görebilmek mümkündü. Bunu gören Noah neşeli bir tavırla dedi.
“Güzel hayatta kalabilmemize sevindim. Bir kaybımız var sanırım. Neyse bu da güzel. Minimum zayiatla atlattık.”
Noah’ın dediğini duyan ork öfkeyle ellerini sıkıp ona doğru öfkeyle baktı. Minimum zayiat dediği arkadaşıydı.
İstemeden damarına bastığını gören Noah kahkaha atmadan edemedi. Neden biraz eğlence çıkarmıyordu ki kendine?
Derince bir nefes aldı ve devam etti.
“Gerçi o aptal olmasa bunların hiçbiri başımıza da gelmeyebilirdi. Fakat her neyse… İyi yanından bakalım bir kişi eksik kişi başı daha fazla para.”
Oldukça normal bir tavırla bunu demesi oldukça sinir bozucu olduğu aşikardı. Öyle ki Ork en sonunda dayanamayıp patladı.
“Şaka mısın sen!? Arkadaşımızdan nasıl tanımadık biriymiş gibi bahsedebiliyorsun?”
Noah ona aptalmış gibi baktı.
“Bunda yanlış bir şey görmüyorum. Öldü. Çünkü kendi hatasıydı. Nasıl bir aptal tanımadığı bir yerde rahatça karı kızdan sohbet edip sonra da rahatlıkla bağırabilirdi ki? Aslında bizi tehlikeye attığı için iyi ki de öldü.”
Söyledikleri genel olarak etraftaki herkesi rahatsız etse de haklı olduğunu içten içe bildiklerinden kimse bir şey diyemedi. Bu yaşanan olayda onlar da biraz hatalıydı. Fazla rahattılar. Bu yüzden kendi kendilerine düşündüler. Ya onun yerinde olsalardı?
Böylece bir daha tetikteliği bırakmayacaklarına dair kendi içlerinde yemin ederken mevcut durumda ise daha heyecanlı bir olay yaşanıyordu.
Ork ellerini daha da sıkarak “Seni pislik! Seni öldüreceğim!” diye öfkeyle haykırarak koştu. Vücudundan oldukça fazla mana sızdırdı. Bu sızan mana oldukça kontrolsüzdü. Sanki bir insan değil canavara karşı gibiydi Noah. Tabii buna rağmen sakindi. Hemen ilk savuruştan kurtuldu.
Dojin arkadaşının saçma hareketini durdumak için öne atıldı.
“Dur Eqi!”
Noah ise ona alaycı bir bakış atarak Elisa’ya emretti.
“Elisa, şu çöpü benim için dışarı çıkart.”
Noah’ın emrini alan Elisa ise emrine uyarak aniden orkun önünde belirdi. Ork o sırada Noah’a bir yumruk daha indirmeye çalışıyordu. Fakat ne yazık ki o yumruk asla inmedi. Elisa o yumruğu tuttu ve eliyle birlikte parçaladı ve orka acıyla çığlık atmasına bile fırsat tanımadan diğer eliyle boğazını tuttu ve kaldırıp boynunu kırdı. Kimse daha tepki bile veremeden can vermişti. Her şey o kadar hızlıydı ki Dojin tepki bile verememişti.
“Evet. Şimdi, başka benim düşüncelerim hakkında şikayeti olan?”
Kimse bir şey söylemeye cüret edemedi.
…
Tüm bunlar olurken Violet duyduğu haberle sinirle kavrulmuştu.
“Nasıl... Nasıl cüret edersiniz!? Benim biricik, biricik masum oğlumun böyle bir şey yapmasına sebep olacak ne yapmış olabilirsiniz!?”
Sinirden tir tir titriyordu. Olanların haberi buraya ulaşmıştı. Üstelik ulaşalı oldukça olsa da Violet dellenmesin diye çoğu kişi Violet ve Yui den haberleri saklıyorlardı. Fakat en sonunda tesadüfi bir şekilde Violet öğrenmişti ve ilk tepkisi alevlerle patlamak oldu.
“Oğlumu bulmak zorundayım Yui!”
Yui ise olanları o da duyduğundan elinden geldiğince yatıştırmaya çalışıyordu. O da Noah gibi genç birinin böylesine fazla kişiyi öldürebilmesine inanamıyordu.
“Sakin ol. Bak öğreneceğiz yakında ne olup bittiğini detaylıca. Sakin ol ve beklemelisin. Boş boş koşuşturmanın bir anlamı yok sonuçta. Hem belki sadece benzer birisidir?”
Aldıklara habere gelecek olursak; her ne kadar tarikat her şeyi gizlemeye çalışsa da bir tür katliam olduğu haberi er ya da geç yayılmaya başladı. Genç bir adam sebepsizce masum müritleri katledip, sonrasında da hemen kaçtığına dair bir haber. Vücut, yüz özellikleri hatta hemen hemen her bilgisi Noah’a uyduğundan Violet delirmişti.
Şimdiyse Violet sakinleşmeye çalışıyordu.
“Tamam, tamam sakinim. Fakat bu sakinliğim kısa vadeli. Eğer ki oğluma bir şey olduysa…”
Gözleri korkutucu bir biçimde parladı.
…
Tabii tüm bunlar olurken çeşitli söylentiler halk arasında dolanıyordu. Dolandıkça söylenti gittikçe saçmalaşıyordu da. Devasa bir kertenkelenin, can sıkıntısından tarikata saldırıp sonra da kaçtığına kadar absürtleşti söylentiler.
Yine de tüm bunların dışında fakat bir o kadar da içinde kalan lejyonun içindeki birliklerden birinde,
Birlikte hayatta kalan herkes karşılarındaki, onların liderleri gibi görünen uzun siyah saçları, zümrüt yeşili gözleriyle onlara adeta av gibi bakan kaslı bir adama diz çökmüştü.
Takım zırhı olan kadın bir adım öne çıkıp,
“Efendim, istediğinize en yakın bulabildiğimiz şey bu.”
Daha önce aldığı cevherli kadehi çıkarttı. Adam bunu biraz inceledi. Sonrasında ise gözlerinde bir takdir parıltısı belirdi.
“Evet… İstediğimiz buydu. İyi iş. Dinlenebilirsiniz. Sen kal birlik lideri.”
Kadın diz çöküp “Emredersiniz efendim.” dedi. Yine de yüzü öne eğik olduğu için görünmese de oldukça karanlık bir ifadesi vardı. Diğerleri sessizce ayrılırken herkes ister istemez liderlerine küçük bir acıma hissetmeden edemedi.