Vampir Hükümdarı
Şehir
Gecenin kalanı telaşsız geçti. Noah’ın aşırı eylemleri sonucunda buna hiç de alışık olmayan, barışçıl ortamda büyüyen bu gençler ister istemez korktu. Çoğunluğu kendi içlerindeki gurura yediremeyip tabii ki belli etmediler. Fakat içlerinde bariz korku tohumları yeşermişti.
Noah’ın da tam olarak istediği şey buydu.
‘Pekala. Artık benden korktuklarına göre dediklerime daha iyi uyarlar. Yani umarım. Gerçi bunu kendi gücümle yapmak isterdim ama… Neyse bir dahakine artık.’ diye pişmanlık dolu bir iç geçirdi.
Özünde ondan değil Elisa’dan korkmuşlardı. Fakat onun emirlerini uyguladığı için doğal olarak Noah’a da etki ediyordu bu. Yine de pek umrunda değildi. Planlarını etkileyecek büyüklükte bir şey değildi.
Herkes kendisine yatacak bir yer seçmişti. Ellerinde çadır yapacak imkanlar yoktu. Bu yüzden yerde yatmak zorundaydılar. Noah, Lunette, Alicia ve de Julia’yı koruması için Elisa’ya onlara yakın yatma emri verirken kendisi ağacın tepesine çıkıp orada uyudu.
Eskilerden kalan bir alışkanlıktı.
…
Sıradan bir öğlen günü. Gökyüzü hiç olmadığı kadar aydınlıktı ve canlı hissettiriyordu. Bu gökyüzüyle birlikte şehirdeki insanlar da aynı şekilde oldukça canlıydı.
“Hey! Ölümsüz Katleden Tarikatının alım şartlarını duydun mu? Tek kelimeyle çılgınca! Grupça gitmediğin sürece vahşi canavar öldürmek mümkün değil!”
“Meh, ben ve arkadaşlarım için hiç bir şeydi. Sadece az uğraştık fakat o kadar. Umarım sende başarırsın.”
“Ne? Siz başardınız mı?”
“Tabii. Bir vahşi canavar zorlayıcı olabilir. Fakat ne derler bilirsin. Arkadaşlığın gücüyle her şey mümkün!”
“Yürü git lan burdan!”
Bu iki kişinin gürültülü tartışması şehirin gürültülü atmosferinde dolanan konuşmalardan sadece biriydi. Tüm bunların dışında olan grubumuz ise adım adım şehre ilerliyordu. Aslına bakarsan orman ile şehrin mesafesi o kadar da uzun değildi. Yarım günde kolaylıkla ulaşılabiliyordu. Sabahın erken saatlerinde kalkan grup için oldukça rahattı ulaşmaları.
Sonunda şehri gören grup oldukça şaşkındı. Çoğu hayatında pek şehir görmemişti. Bu yüzden neye benzediğini pek bilmiyorlardı. Fakat babaları/annelerinin anlattıkları kadarıyla kabaca fikirleri vardı. Yine de duymak başka şey, görmek başka şeydi.
Güvenlik için şehire surlar çekilmişti. Şehrin geldikleri yönden bir girişi var gibi görünüyordu. Simsiyah surlar insana kasvetli bir hava veriyordu. Girişte ise birkaç gardiyan vardı. Her biri zırhlıydı ve ellerinde uzmanlaştıkları silahlar vardı.
Şehre yaklaştıklarında bir kuyruk olduğunu gördüler ve mecburen kuyruğa katıldılar. Kuyrukta çeşitli kişiler vardı. Çeşitli garnizonlar ve yalnız takılan gelişimciler bekliyordu. Yalnız takılan gelişimciler daha fazlaydı elbette ki.
Muhafızlar dikkatli bir şekilde ücreti kesiyor, eğer gerekli ücreti karşılamıyorsalar, geri postalıyorlardı. Elbette ki bunu reddedip girmek isteyen de oldu. Tıpkı şu anki gibi.
Oldukça kaslı bir adam, muhafızlara dönüp “Şimdi girmeme izin verin. Söz veriyorum, ücreti ödeyeceğim.” diye hırıltılı bir sesle konuştu.
Muhafızlar kafalarını iki yana salladılar.
“Kural, kuraldır. Gidin ücreti bulduktan sonra gelin.”
Kaslı adam sinirlendi.
“Yapacağınız kurala başlatmayın bana. Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Kılıç Aziziyim lan ben!”
Kaslı adamın dediğini duyan Noah’ın ilgisi bir anlığına da olsa çekilip, ona baktı ve sonra sadece iç geçirip önüne döndü.
‘Ne kadar da büyük bir aptal. Kendine kılıç azizi demeye bile cüret edebiliyor.’
Tabii bu sinirli tepki, saatlerdir korumalıkla uğraşan muhafızlarında asabını bozdu ve muhafızlardan birisi silahını çıkartıp, bir kere bile düşünmeden adam daha ne olduğunu bile fark edemeden kafasını kesti. Öyle hızlıydı ki orada sadece sayılı kişiler görebildi.
Bunu gören Noah kısa bir şaşkınlık yaşadı.
‘O ne kadar da hızlıydı be öyle!? Vampir gözlerim olmasa görmem mümkün dahi olmazdı. Demek burada vücut gelişim teknikleri var. Aksi takdirde bunu yapması mümkün olmamalı.’
Noah bunu düşünürken mutlu oldu. Vücut gelişim teknikleri, normal gelişim tekniklerinden farklı olarak kusurluydu ve sınırlı bir imkanı vardı. O kadar ki çoğu onları gereksiz olarak görürdü. Usta’nın zirvesine kadar kullanılabilirdi bu tip teknikler. Daha sonraları Aziz alemi ve de daha da ötesine geçtiğinde vücudu zaten büyük bir değişim geçirir ve dantianıyla vücudu senkronize bir şekilde gelişim gösterirdi. Bu yüzdende geldiği yerde pek bir değeri yoktu.
Fakat burada işler biraz farklıydı. Usta en güçlüler gibi gözüküyordu. En azından deneyimledikleri buydu. Gözlerin ötesinde her zaman en dehşetengiz uzmanlar gizlenirdi. Bu yüzden Usta’nın en güçlüler olduğuna inanan bir insanın anca vizyonu dardı. Noah da bu yüzden Usta’yı sadece bilinen en fazla olmasına şaşırdı.
Her neyse sonuç olarak vücut gelişimi bu gezegende gerçekten de faydalı olabilirdi. Bu yüzden Noah bunu en mantıklısı olarak buldu.
Noah ve grubuna sıra gelene kadar aradan vakit geçti. Sonunda sıra geldiğinde önce onu, sonrasında ise diğerlerini süzdü muhafızlar. Çoğunun kendi yüzünü gizleyebilecek bir şeyleri olmadıklarından hangi ırka mensup oldukları oldukça belirgindi. Fakat Noah biliyordu ki şeytani tarikatın yönettiği bir şehirde bir sorun olmamalıydı.
Ve beklediği gibi de oldu. Kısa süre bir bakışmanın sonrasında muhafız ondan sakince ücreti istedi. O da keseyi ona atıp havalı bir tavırla önden ilerledi.
Muhafız onun gereksiz havalı davranışını umursamayıp paranın tam olup olmadığını kontrol etti ve tam olunca geçmesine izin vermelerini emretti.
Aslında orada olandan daha fazlasını almıştı. Fakat Noah hepsini sazan gibi verecek değildi. Fazlalıkları direkt yüzüğüne atmıştı.
Noah ve diğerleri içeri girdiğinde deminden beri onları turistik hayvanlarmış gibi inceleyen çeşitli bakışların aynısını üzerlerinde hissedip rahatsız oldular. Noah pek bir şey hissetmedi. Zamanında çok ünlüydü ne de olsa.
‘Her ne kadar iyi bir ünüm olmasa da ünlü biriydim. Bu yüzden bu kadar önemli değil benim için dikkat çekmek. Fakat diğerleri için aynı değil gibi. En iyisi yakında giyim mağazası var mı ona bakalım da iyi bir şeyler alalım.’
Bu yüzden kısa sürede kararını verip arayışa çıktılar. Kısa sürede buldular. Oldukça basit ama kaliteli şeyler satan bir mağazaya denk geldiler. İçeride sadece farklı süslemelere sahip, tek tip kıyafet çeşidi vardı. İşte yeteri paran, gücün ve de statün olmadan bulabileceğin tek şey bu tek tip paçavralardı.
Noah eski zamanlarında gördüğü süslü kıyafetleri -daha doğrusu onlar içindeki Eri’yi ve de tecavüz ettiği kadınları- hatırlayıp iç geçirdi. O zamanlar hızlı zamanlarıydı.
‘Artık işleri yavaşlatmalıyım değil mi?’
Kendi kendine gülerken, yüzlerini örtecek bir kaç paçavrayı bedava fiyatına alarak oradan ayrıldılar.
Noah ile grubumuz bir süre şehirde dolaştılar. Daha önce hiç şehir görmemiş bu gençler için oldukça iyi bir geziydi.
Şehirde adam akıllı gezmeye değer bir şey yoktu. Bir kaç giyim mağazası ve de bir köle pazarı vardı. Bunun dışında ise ilgi çekici olan tek şey tarikatın işlettiğini öğrendikleri müzayede evi. Fakat ne Noah ne de diğerleri oraya gidecek lükse sahip değillerdi.
Küçük gezilerine devam ederlerken birden ilginç bir sahneyle karşılaştılar.
“Crux haddini bil! Sen kendini ne sanıyorsun da benim malıma el koymaya çalışıyorsun!” diye bağırdı bir tarikata mensup olduğunu belli eden bir cübbe giymiş genç, azarlar bir tonda.
Crux isimli genç de aynı tarz cübbe giymiş olmasına rağmen aralarında bir sorun olduğu belliydi. Kaşlarını çattı.
“Malım dediğin kişi bir insan!” diye bağırarak yanıtladı. İçten içeyse ‘Malım dediğim kardeşim ulan orospu çocuğu!’ diye öfkeyle düşündü.
“Beni alakadar etmiyor. Köle pazarından hakkımla aldım bu köleyi. Ağlama. Ağlayacaksan git annenin kucağına.”
Crux sinirlenip, şehrin ortasında aniden saldırıya geçti. Avcunda bir miktar mana topladı. Mana hızla avcuna yayılıp, şiddet dolu bir hava yaymaya başladı.
“Bunu sen istedin. Kuvvet Avcu!”
Hızla bir avuç darbesi attı. Dalga geçen adam ise bu basit avuç saldırısını sadece yana kayarak engelledi. Üstüne, omzunu tuttu ve bastırıp kırdı. Crux tepki dahi veremedi.
“Cık, cık. Cidden aptalın tekisin. Sen mana hissetmenin başındayken ben çoktan yüksek kademedeyim. Bana meydan okuyarak ölümünü arıyorsun.”
Sonrasında basit bir tekmeyle onu -ve de onun menzilinde olanları- bir hanın duvarına kadar uçurdu. Duvar o darbeyle birlikte komple yıkıldı.
Tüm bunları yapabilmesinin nedeni vücudunun aşırı gelişmiş olması veya onun gibi bir şey değildi. Manayı kullanarak sezgilerini arttırmış ve de vücuduna yayarak insanüstü bir güce sahip olmuştu. Bu yapılabilse de ciddi bir pratik gerektiren bir işlemdi ve de anca Bilge alemine oldukça yaklaşan insanlar bunu yapabilirdi.
Tüm bunlara zamanında tepki veremeyen ve tüm bunların sorumlusu olan köle ise hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Noah ve diğerleri onlara sadece meraklı bir bakış attı. Aralarından birkaçı yardım etmeye çalıştı. Fakat o hepsini engelledi. Acımasız bir dünyadaydılar. Çıkarın olmadan merhamet anlamsızdı.
Tabii bu müridin son dedikleriyle fikri değişti.
“Dua et tarikatın büyüklerinden birinin öğrencisisin. Aksi takdirde seni burada çoktan öldürmüştüm. Gidelim, köle.”
Mürit, kölenin boynundaki tasmaya bağlı olan zinciri çekerek onu adım adım uzaklaştı. Noah onu görünce yanındaki Elisa’ya emretti.
“Şunu takip et. Kıza bir şey yaparsa öldür. Yapmazsa da bu gece işini temiz yoldan halletmeni istiyorum.”
Elisa onun dediğini duyunca şaşkınlıkla haykırmaya yeltendi.
‘Neyim ben suikastçi mi!? Nasıl temiz bir şekilde halletmemi bekliyorsun!?’
Şey, en azından zihninde haykırdı. Dışarıdan sadece soğuk bir “Emredersiniz.” dedi ve çekip gitti. Noah, ise o sırada kendi düşüncelerindeydi.
‘Gökler yüzümüze gülüyor. Bu çaresiz velede yardım edersem, yükselirken işim çok daha kolaylaşır.’
Noah’ın amacı tarikata giderken en başından belliydi zaten. Tarikatı tamamen ele geçirecekti. Fakat bunun için iyi bir temel kurup kök salması gerekiyordu ve sanki gökler adeta altın tepside ona sunmuş gibi bu olay sayesinde o temeli bulmuştu.
İşleri artık daha basit ve eğlenceli olacaktı.
“Hey, dostum iyi misin? Biraz dayak yedin sanki he?” diye molozların altından Crux’u kaldırırken dedi.
Crux ise bir şey söylemedi. Sessizce çekip gitmek için döndü. O sırada da Dojin onu tuttu.
“Hey, kolun acil tedavi görmezse komple sakat kalacak. Gel, tedavi edelim.”
Crux, sinirle onun kolunu sağlam koluyla itti.
“Bırak beni!”
Sonra kendi başına ilerlemeye başladı. Noah ise ona alaycı bir şekilde sırıtarak mırıldandı.
“Ne kadar vahşi. Ona yardım uzatan elleri ısıracak kadar kudurmuş bir köpek adeta.”
Crux onun dediğini oldukça net bir şekilde duyup ona döndü.
“Ne dedin lan sen?”
“Ne dediğimi gayet duyduğunu düşünüyorum. Kudurmuş bir köpek gibisin. Halbuki bende sana yardımcı olmayı düşünüyordum. Yazık.”
Crux anlamsızca ona baktı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Bir de kas beyinliyiz demek... Pekala, burası konuşmamız için uygun değil. Şurada az önce gözüme çarpan bir bar vardı. Gel oraya gidelim.”
Crux sessizce onayladı ve topallaya topallaya onunla yürüdü. Tedavi olmayı inatla reddeder bir tavra sahipti.
Lunette ona oldukça acıdı. Bir kaç kez yardım teklif etmesine rağmen her seferinde reddedilince umursamayı bıraktı. Noah ise onu sadece kullanacağından bir uzvunun eksik olup olmaması önemli değildi. Yaşaması yeterliydi.
Tabii bunu o an kimse bilmiyordu. Noah sadece onlara söylediği bir şeyin rahatsız ettiğini söylese de kimse ona inanmadı.
Sonunda barın kapısını açtığında ise Noah yüzüne doğru uçan bir yumrukla karşılaşıp şaşkına döndü.