Zanaatkâr Teknobaz
Nargoz Canavarı (Son Kısım)
Zanaatkâr Teknobaz – 10. Bölüm: Nargoz Canavarı (Son
Kısım)
Şiddetli çığlıklar duyulmaya devam etti. Koyu
gövdesini ve büyük göğüslerini kaplayan kara korsesiyle vampirimsi medusa veya
çoğu bilginin deyişiyle vannorin, avcıların hepsine sokuldu ve kanlarını
kuruttu. Ne çığlık atacak ne kaderlerine karşı gelecek ne de af dileyecek
vakitleri yoktu. Paramparça oldular ve tıpkı timsahların karşısına atılmış
bebekler gibi birbiri ardına boğuldular.
Kan avcılarının hırıltıları ve havlamaları
dışında diğerlerini uyarabilecek hiçbir şey yoktu. Öte yandan bu vannorin üst
sınıf bir Yüksek Tapınakçı’ya denk olsa bile, avcılar bu sisin onun vücudu
olduğunu fark edememişlerdi.
Bu sisin içinde kaldıkları sürece vannorin
dilediğince ortaya çıkabilir veya kaybolabilir, hatta algılarını bile
köreltebilirdi. Ondan alçak yetenekleriyle ona nasıl karşı koyabilirlerdi? Savaş
daha başlamadan ölmüşlerdi. Son avcının boynunu da çenesinde tutan vannorin,
onu şehrin merkezine kadar sürükledi ve yılanları da kalan on birini kan
avcılarıyla birlikte sürükledi. Hepsini bir araya getirip koca bir kule yapan
vannorin, son yemeğini de tepeye koydu ve parmaklarını şıklattı.
Solunda bir pentagram oluştu ve yerden bir kan
direği çıktı.
“Güzel olduğu kadar da ürkütücüymüş,” diye
düşündü Kilian, vannorin’in canavar postunun altında bir güzellik yatıyordu.
Yüzünün üstünü bir göz bağıyla saklıyor olsa da, yüzündeki kontürden, burnundan
ve dudaklarından, Kilian bu iblisin nasıl bir güzellik sakladığını hayal
edebiliyordu.
Düşmanları ortadan kaybolunca vannorin hanım
katliamı bırakıp kaybolacak gibi oldu, ama kaybolmadı. Kapkara bir ışık sisi
ayırdı ve bu ışıktan zırhlı bir adam çıktı. Bir iblis kralı andıran boynuzlu,
yabancı miğferi, muhteşem obsidyen zırhı ve devasa kanatlarıyla, bir prensesin
kâbuslarından çıkmış gibi görünüyordu.
Vizörü kızıl renkte parlıyordu ve kollarını
kavuşturan zırhlı adam yere inip ifadesiz bir yüzle düşmanının karşısına çıktı.
“Bu yolculuk esnasında bir Fehl Canavarı'yla
savaşmayı beklemiyordum. Bir kan emiciden yüz kat daha iyi. Acaba sen kimsin de
Oliver seninle ilgilenmesi için bu beceriksiz ekibi gönderiyor?” diye sordu
Kilian ve miğferi sesinin yankılanmasını sağladı.
Dikkati Kilian’ın görüntüsüne takılan
vannorin, kızıl vizöre baktı, ne ileri atıldı ne de geri çekildi. Ama onunla
göz göze gelen Kilian kaşlarını çattı. Fehl bir isim, bir ırk, bir Büyü
Disiplini, bir araç, ama en önemlisi bir lekeydi. Dra nasıl her yerde
bulunuyorsa, Fehl de her yerde vardı, her nefeste, her suda, gökyüzünde ve
toprakta. Herkes bunu soluyordu, ama bazılarında Fehl Lekesi denilen bir tepki
yaratıyordu.
Çoğu büyücü bu lekelenmenin bazılarında
bulunan, ama çoğunlukta bulunmayan, tanımlanamaz bir genden ötürü var olduğunu
iddia ediyordu. Ancak diğerleriyle Fehl’in bilinçli olduğunu ve kurbanlarını
kendisinin belirlediğine inanıyordu. Hangisi gerçek olursa olsun, Fehl
tarafından lekelenenler mutasyon geçirir ve Fehl Mutantı’na dönüşürdü.
Eğer bu dünyanın hoşgörüyle yaklaşmadığı bir
şey varsa, bu da Fehl Lekesi'ydi. Akranlarından üstün olmalarına rağmen, Fehl
Mutantları en başta zararsız olurlardı, ama Fehl Büyüsü geliştirir geliştirmez
bu leke gitgide daha da kötüleşir ve en sonunda Fehl Canavarı’na dönüşürlerdi,
bu yaratıklar zevk ve yıkımla hareket eden, deliliğin vücut bulmuş hâlleriydi.
Kim onlara hoşgörü gösterebilirdi ki?
Mutantlar ve canavarlar bir yana, yalnızca
Fehl İblisleri bu korkunç güçlü büyüyü kullanıp ırka ve bağlılığa bakmaksızın
Fehl’le lekelenmiş herkesi avlayabilirlerdi. Mutasyonlarını gizleyemeyenler
için kara ormanlar ve izole tarikatlar tek seçenekti.
Safkan insanlarda rastgele mutasyonlar
gerçekleşirdi. Ama diğerlerinde sonuç her zaman aynıydı. Mesela kan soyundan
gelenler her zaman vannorin olurdu.
Ancak Fehl Lekesi’ne rağmen, Kilian, Vannorin
Fehl Canavarı’nın zekâsını koruduğunu görebiliyordu.
Bunu nasıl başarmıştı? Eğer bunu
başarabildiyse, o artık bir Fehl Canavarı değil gerçek bir iblisti.
“Kimsin sen? Arkadya İmparatorluğu’nun mu
yoksa Teknokrasi’nin mi köpeğisin?” Yılan saçı tıslarken beklenti içinde sordu.
Kilian’ın miğferinin ardındaki gözleri seğirdi.
“Teknokrasi düşeli yüzyıllar oldu. Arkadya
İmparatorluğu’nun da pek bir olayı kalmadı,” diye cevap verdi Kilian ve ileri
atıldı. Zırhtan yükselen tehditkâr aurayı hisseden vannorin kadın pençeli
ellerini uzattı.
“Üçüncü Çember Büyüsü: Cehennem Fırtınası.”
Hiçbir büyü işareti yapmadan, başının üstünde üç tane pentagram çemberi
belirdi, kırmızı yıldırımlar ve barbarımsı, kara rüzgârlar fırlattı.
Kara enerji kanatları kasvetli bir şekilde
parlarken, yıldırım topları bulanıklaşan ardıl görüntüsünden geçti ve
vannorinin arkasında belirip boynunu arkasına zırhlı bir öpücük kondurdu.
“Bir ilişkiye yıldırım topu atarak mı
başlanır? Eğer böyle öfkeli davranmaya devam edersen, asla koca bulamazsın,
benimle de evlenemezsin,” diye dalga geçti Kilian, ama bu sözlere güvenen
vannorin döndü ve pençelerini korunmuş boynuna geçirdi. Bu hareketiyle Kilian’a
erişemedi, Kilian da sağ yumruğunu vannorinin karnına geçirdi ve parmak
eklemlerinden beş tane kara kılıç çıkıp öfkeli hanımı şişledi.
Ancak beş delikten kan dökmesine rağmen,
vannorin yumruğun etkisiyle geriye doğru uçtu ve duvara tosladı.
“İnsan hâlimle sana denk değilim. Ama
Nargoz’da bu zırhı giydiğimde, darbelerime dayanabilecek pek kimse yoktur.
Neden ikimize de bir iyilik yapıp pes etmiyorsun?” diye ciddi ciddi sordu
Kilian, ama bu sözleri aşağılama olarak algılayan vannorin moloz yığınından
kalktı, gökyüzüne atıldı ve kuyruğuyla zik zak çizerek Kilian’ın üstüne düştü.
Vannorine dirsek atan Kilian, boynuna vurdu,
ama vannorin sise çekilip soluna yeniden ortaya çıktı. Yer çekimini yok ederek
kalbini bıçaklamaya çalıştı, ama vannorin yeniden ortadan kaybolup tepesinde
belirdi.
Bacaklarını akrep kuyruğu gibi fırlatan
Kilian, iblisin şakağına vurdu, ama vannorin artık sırtında duruyordu.
“Kaybettin,” diye fısıldadı. Tıpkı Kilian’ın
önceden fark ettiği gibi, sis onun vücuduydu. Sisin bulunduğu her yerde ortadan
kaybolup yeniden belirebiliyordu. Ama büküldüğü sürece hiçbir insan onun
kavramasından kaçamazdı, veya en azından vannorin böyle düşünmüştü.
Vannorin tıpkı avcılara yaptığı gibi Kilian’ı
da boynundan ve uzuvlarından yakaladı, zırhını ve kemiklerini paramparça etmeyi
amaçlıyordu, ama hayati bir hata yapmıştı. Kilian’ın belinin altından iki tane
top çıktı ve iblisi tam on ikiden vuran mavi dra ışınları ateşlediler. O esnada
Kilian’ın kanatları da harekete geçti ve ateşlenen ışınlar düşmanını birkaç
metre öteye uçurmasına rağmen yine de menziline girip tıpkı bir meteor gibi ona
çarpmasını sağladılar.
Paralanmış bir oyuncak bebeğe dönen vannorin
yerde krater açtı ve bir ağız dolusu kan kustu. Kilian kollarını uzattı, minik
dra topları ve makineli lazerler göğsünden, ellerinden, dizlerinden ve
omuzlarından çıktı. O esnada Düşmüş Melek Zırhı, Dra Vakumlarını saldı ve bütün
sisi emerek vannorini savunmasız bıraktı.
“Bak güzelim, işte böyle kazanılır,” dedi
Kilian ve ardından sonu gelmez gök mavisi dra ışınları ateşlemeye başladı. Dra
saldırıları zayıflamış vannorine isabet ederken taş, toz ve duman her yere
yayıldı.
Yaşam enerjisi azalmış olmasına rağmen, devasa
bir kızıl enerji kalkanı çıktı ve bütün cephanesini geri yansıtarak vannorine
sise karışıp yerden kaçabilecek kadar zaman kazandırdı.
Çatırt!!
Kilian’ın ışınları ve lazer atışları kan
bariyerini paramparça edene kadar, vannorin çoktan gitmişti bile. Ama Kilian,
kaçış yolunu bulmak yerine kraliyet sarayına doğru uçtu.