Zanaatkâr Teknobaz
Eğer Benimle Evlenirsen (1. Kısım)
Zanaatkâr Teknobaz – 11. Bölüm: Eğer Benimle
Evlenirsen (1. Kısım)
Diğer odalardan ayrılan Prenses Eleonora’nın
odası doğrudan Nargoz’un Yarasa Kulesi’ne bakıyordu, penceresinden heykelin
gözlerini görebiliyordu. Tıpkı diğer odalar gibi onunki de Nargoz’un kasvetli
havasına sahipti, kapkara mobilyaları, kan rengi yarasa örtüleri vardı.
Prensesin yatağının başında yanan beyaz mumlar, kemik çatırdaması ve kalp atışı
sesleri çıkaran kızıl alevler saçıyordu ve bu görüntü Nargoz için bile
acayipti.
Bembeyaz bir gecelik giyen Eleonora, çift
kişilik yatağına oturdu, el ve ayak bilekleri kara zincirlere vurulmuş,
gözleriyse sıkıca kapatılmıştı. Gaddar bir çarpışmanın sağır edici sesleri,
alevlerden yankılandı ve sessiz bir kuvvet mumu söndürdü.
Eleonora’nın gözleri açıldı ve uzun, saçılmış
bu dünyaya ait olmayan mor renkteki saçları parlarken gözleri Nargozlu
asillerle aynı kan kırmızısı renkteydi.
Sert, uzaklara dalmış gözlerinde derin bir öfke gizliydi.
“Ailith?” diye seslendi Eleonora ve kızıl bir
fırtınanın içinden mor saçlı bir hizmetçi ortaya çıkıp onu selamladı.
“Hanımım?” diye karşılık veri hizmetçi,
ardından başını eğerek efendisinin emirlerini bekledi. Kan avcıları ve av
efendilerinin tamamı kan soylularıyla beraber doğmuş, Büyülü Soydan
dönüşmüşlerdi. Ama Ailith doğduğunda siyah saçlı olmasına rağmen, hanımının
dönüşü sonrasında o da saçını mora boyatmıştı.
“Kukla yok edildi. Düşmanımız en az kardeşim
kadar güçlü, hatta ondan da güçlü olabilir. Ancak kendisi Nargozlu değil.
Zırhına bakılırsa geleneksel imparatorluk teknolojisi kullanmıyor. Ve bazı neo
Teknokrasi hamleleri gördük, ancak henüz emin değiliz. Yani istilâcı
muhtemelen... Kars’tan biri,” diye konuştu Eleonora ve mumları sönerek geriye
kendisini sarıp damarlarına giren kızıl bir sis bıraktı.
“Son 24 saatteki bütün yabancı yüksek
rütbelilerin bir listesini çıkar. Eğer çoğunluk Kars'tansa bana isimlerini ver
ve-” daha sözlerini bitiremeden bir dağınık molekül dizisi Eleonora’nın
penceresinden geçti ve yatağının ucuna kondu. İnsan hâline tekrar bürünen
Kilian, yatak başı masasındaki yığını tek seferde temizledi ve zincirli
Eleonora’nın yanıbaşına oturdu.
“Merhaba zincirli prenses... Sadomazo mu
seviyorsun yoksa? Seni bu kadar uzun süre beklettiğim için özür dilerim.” Bu
sözler Kilian’ın dudaklarından çıkar çıkmaz bir düzine kan kırmızısı girdap
odanın dört bir köşesini doldurdu. Ailith’ten kızıl alevler çıktı ve at kuyruğu
saçları da girdaplarla birlikte sallandı.
Her girdaptan kanları emilen kan avcılarının
kafaları çıktı. Bu ürkütücü manzaraya ve 48 hırlayan hayvana rağmen Kilian hiç
etkilenmedi. Kan soyundan gelen çoğu asil yaklaşık on beş kan avcısıyla
doğardı, ama Eleonora’nın yüz tane vahşi askerinin olması efsanevi bir olaydı.
Ancak hizmetçi onu rahatsız etti.
“Felh İblisi olarak avcı efendisini veya en
azından aralarındaki bağlantıyı kaybetmesi gerekiyordu. Ancak hiç de öyle
olmuşa benzemiyor. Hatta onun seviyesine uyum sağlıyorlar,” diye akıl yürüttü
Kilian.
Eğer gerçek Eleonora ortaya çıksaydı ve Fehl
Mutasyonu aracılığıyla güçlendirilmiş kan soyu yeteneklerini kullansaydı,
Kilian savaşın bambaşka bir şekilde gerçekleşeceğinden emindi. O kukla
muhtemelen gerçek yeteneklerinin %15’inden fazlasını içermiyordu. Ama genetik
olarak geliştirilmiş retinası sayesinde Kilian, sırf aura ve Dra seviyesi
açısından bile Ailith’in üst düzey Yüksek Tapınakçı seviyesinde olduğunu
görebiliyordu.
Ancak Kilian önceki teorisini yeniden
düşünürken, hırlayan hayvanlar çenelerini açtılar ve hepsinin insan kafası
boyutundaki dra topu kendisini hedefledi. Bu güç yüzünden odanın sıcaklığı -20
dereceye düştü. Ancak sıcak kanı tarafından korunan Kilian bunu zar zor
hissetti.
“Kendine hakim olur musun? Dayanılmaz biri
olduğumu biliyorum, ama ilk tanışmamızda üstüme atlaman hiçbir şeyi çözmeyecek.
Hanımın bizi izliyor,” diye dalga geçti Kilian, geleneksel elbisesinin altında
kıvrımlı bir vücut saklayan hizmetçiyle ve sonrasında Eleonora'ya döndü.
Tutsak edilmiş olmasına rağmen Eleonora’nın
vücudu içine işlemiş bir zarafet ve asalet yayıyordu. Kilian bu Nargozlu güzel
hakkında sık sık hikâyeler duymasına rağmen, onu bizzat görünce hiçbirinin
abartılı olmadığını anladı. Kan soylularının tipik, kurnaz bakışlarının aksine
Eleonora’nın dürüst, delici ve kendinden taviz vermeyen bakışlardı vardı, ancak
çekiciliğinden hiçbir şey de kaybetmiyordu. Hatta onu daha da çekici
kılıyorlardı.
Ve ufak, mor dudakları çoğu erkeğin arzuladığı
kalınlığa sahip olmasa da, ayrıldıklarında Kilian onları oracıkta öpmemek için
kendini zor tutuyordu.
“Her an ölebilecek birine göre kendine çok
güveniyorsun,” dedi Eleonora paradokssal bir ses tonuyla, sesi hem baskıcı hem
de çekiciydi.
“Çünkü bana zarar vermeyi göze alamayacağını
biliyorum. Tamam, tamam, şaka yapıyorum. Beni öldüremezsin. Nargoz’da beni
öldürebilecek kimse yok,” diye yanıt verdi Kilian ve en başta Eleonora bu
sözleri kendini beğenmiş bulsa da Kilian’ın moleküllerine ayrılarak
penceresinden geçtiğini gördükten sonra bu sözlerden şüphe etmiyordu.
“Ancak bu senin gücün değil ve bu da seni
tüketiyor olmalı. Seninle uzun uzun oynayıp kendini tüketmeni bekleyip
sonrasında kafanı koparabilirim,” diye karşılık verdi, kutsal bir büyücü kadın
gibi tebessüm ederek.
“Deneyebilirsin
prenses, ama o zaman bir beceriyi daha sınamamız gerekir. Ve buraya almak için
geldiğim şeyden vazgeçmek zorunda kalırım, çok kötü bir sonuç olur.”
“Nedir?”
“Eliniz tabii ki. Sizi kurtarmak ve evlenmek
istiyorum.” Kilian’ın cevabı hem Eleonora'yı hem de Ailith’i şaşırttı. Geçmişte
bir sürü erkek prensesi elde etmek sıraya girerdi, ama dört kanlı düğün
gecesinden sonra bu durum büyük ölçüde değişmişti.
“Kimsiniz siz?” Günümüz Arkadya’sında
Eleonora’nın elini tutmaya cesaret edebilecek biri... Yoktu. Bu da kaçınılmaz
bu soruyu sormalarına sebep oluyordu. Başını sağa yatıran Kilian dudaklarını
büzdü ve güldü, ardından hem Eleonora hem de Ailith’le konuştu.
“Kilian von Karsten.”
Ailith hemen sol elini kaldırıp girdapları
kapattı ve bütün kan avcılarını boyutlarına geri yolladı. Şaşkına dönmüş
Eleonora gözlerini kısarak Kilian’a baktı.
“Klaus’un varisi mi?” Kilian’dan çok
kendisiyle konuşuyor gibiydi.
“Kesinlikle. Ünlü birinin oğlu olmak da çok
kötü şey canım. İnsanlar kim olduğunu hiç umursamıyor, seni soyadın ve mevkinle
tanıyor,” dedi Kilian ve iç çekerek ayaklandı, yatağa zincirlenmiş Eleonora’nın
yanına giderek onu vücüduyla kapattı.
“Ailith, şahdamarını ısır şunun,” diye emretti
Eleonora ve Ailith de üç metrelik uzun mu uzun kızıl bir kurda dönüşüp
Kilian’ın boynuna atladı. Düşmüş Melek Zırhı otomatik olarak Kilian’ın vücudunu
sardı ve sağ yumruğunu sıktı.
“Dur.”
Tek lafıyla odadaki zamanın akışı durdu. En şiddetli
kuvvetlerden en etkisiz atomlara kadar her şey hareket etmeyi bıraktı. Kilian
vizörünün ardından karısının kan kırmızısı gözlerine bakmaya devam ediyordu,
Eleonora’nın ona meydan okuyan bakışlarıysa hiç titremeden onun üzerindeydi.
Bu Duraksama hâlinde Kilian on beş metre
yakınında olan her şeyi sabitleyebiliyordu, ancak kendisi de buna dahildi.
Ancak diğerlerinin aksine aklı yerinde olduğundan, becerinin kullanımını
bitirir bitirmez tepki verebiliyordu.
Beş saniyelik Duraksama’dan sonra, Ailith
atılmaya devam etti, ama Kilian eğilerek onu atlattı ve vizörünü çıkarıp
Eleonora’nın yanına uzandı, hizmetçi de dibindeki duvara tosladı.
“Şiddete gerek yok. Pekâlâ, ufak bir detayı
atlamış olabilirim. Aynı zamanda Kalarac’ın Gözyaşı’nı da istiyorum,” dedi
Kilian ve ortam yeniden tamamen değişti.