Zanaatkâr Teknobaz
Cehennemin Kucaklaması
Zanaatkâr Teknobaz – 19. Bölüm:
Cehennemin Kucaklaması
Böylece altı yıl geçti ve artık Kilian’ın büyü yoluna koyulma vakti
gelip çatmıştı. Klaus zihinsel ve fiziksel olarak hazır olduğuna inanıyordu. Ne
yazık ki kader ikisini de aldattı ve Klaus, Kilian’ın Dra Kökleri’ni sınamaya
hazırlanırken, kaçınılmaz yaşandı.
Dra Kökü sınavı, bütün asillerin hayatındaki kritik bir andı. Yan
tarafta von Karsten hanesinden birkaç genç ve yaşlı üye duruyordu. Ama Klaus
ellerini Kilian’a uzatır uzatmaz, beklenmedik bir şey yaşandı ve etrafındaki
dra ters yöne akmaya başladı. Bunu sezdiği anda Klaus’un gözleri on yıllar
sonra ilk defa inanmazlıkla fal taşı gibi açıldı.
Şekilsiz enerji Kilian’ın vücuduna girdi, damarlarından, organlarından
ve ruhundan yayıldı. Bu enerjinin ne kokusu ne de imzası vardı, yalnızca dra
akışının tersine akması, Klaus’a bunun ne olduğunu gösterdi.
“Hayır... Hayır... Hayııır!”
Klaus yumruklarını sıktı, yanındaki meşe masaya vurdu ve öfkeyle homurdandı!
Ama güç onu dinlemedi, asla dinlemezdi. Kilian’ın alnının ortasında kırmızı bir
çember belirdi ve vücudu yabancı enerjiler tarafından vurulurken spazm geçirdi.
Kızıl ışık kayboldu, geriye beş santimetre uzunluğunda bir kesik
bıraktı. Kesiğin etrafındaki damarlar kabarıp yayıldı, Kilian’ın gözbebekleri
kayboldu ve korkmuş von Karstenlilerin karşısında alnından üçüncü, dikey ve
kızıl bir göz açıldı!
“Lekelendi... Fehl tarafından lekelendi.”
Yakındaki akrabalar da fark etti. Daha önce de söylendiği gibi, bu
dünyanın insanları Tanrı korkusu nedir bilmese de şeytandan korkardı. Büyücü
olsa da olmasa da çoğu Arkadyalının aklında bir Fehl korkusu vardı.
Ve o göz ortaya çıkar çıkmaz, Kilian’ın varlığı bütün kadim haneyi yok
edebilecek bir saatli bombaya dönüştü. Bilincini geri kazandığında
“akrabalarını” süzdü ve yüzlerindeki ifadeyi görünce gülmemek için kendini zor
tuttu. Klaus bile öfkeyle yanıp tutuşurken, Kilian güldü.
“Hahaha,” dedi gülerek; gerçekten çok komik bulmuştu. Bu durum çok
eğlendiriciydi. Sanki kader hepsinin ağzına sıçmıştı, özellikle de Klaus’un.
Klaus altı yıl boyunca kendini bildiği her şeyi Kilian’a öğretmeye ve onu
hanesinin mükemmel halefi yapmaya adamıştı. Ama şimdi onu yok etmekten başka
çaresi yoktu. Ne kadar eğlenceli. Tam bir hayal kırıklığı.
“Ha! Neyse ki kendimi kurtaracak kadar zekiydim,” diye düşündü Kilian
ve az önce ölümden döndüğünü düşününce iç çekmeden edemedi. Altı saatte belki
de daha kısa sürede ölecekti. Ölüm onu tekrar yanına almaya hazırdı. Ama bu
sefer mucizeler kontrolü altındaydı.
Kilian içten içe kıkır kıkır gülerken Klaus kaderine teslim oldu, elini
sallayıp akrabalarını yolladı ve kendisini çalışmalarına verdi. Akrabalar
oradan çıktı, birkaç saat içerisinde bir patlama yaşanacağından eminlerdi.
Tam bir saat boyunca Klaus öfke ve acı içinde gözyaşı döktü, onunla
oynadığı için Fehl’e lanet okudu. Eşyalarını savurdu, yeri dövdü ve dudaklarını
kanatana kadar ısırdı. Ama ikinci saatin başında dük ayaklandı ve kapıdan
çıktı. Kırmızı, yaşlı gözleriyle Kilian’a sert bir bakış attı.
“Kilian, özür dilerim,” dedi Klaus, bu esnada bile ağlıyordu.
“Üzülme; ben üzgün değilim,” dedi Kilian. Bunu duyan Klaus gülümsedi ve
çıktı. Kilian gözlerini kapattı. Fehl’le lekelenmişleri öldürmenin tek bir yolu
var, bu yöntem Büyük Emirler tarafında bulundu ve Büyü Hanedanı tarafından
idame ettirilen bir yöntem. Ateşle Vaftiz Etme.
Klaus bir buçuk saat sonra döndü, Kilian’ı idam alanına bizzat götürdü.
Kars’ın ortasında bir kazık onu bekliyor, kalabalık toplanmıştı ve asiller
uzaktan izliyordu. Klaus bu işi özel olarak çözebilirdi. Ama ortalama bir
asilden daha cesur olduğundan, adaletin sağlanmasına aile bağlarından bile daha
çok önem verdiğini halka göstererek prestijini bir kez daha artırıp Kilian’ı
son bir kez daha sağmak için kullanmayı planlıyordu.
Halk ve asillerin karşısındaki Kilian, tahta kazığa bağlandı ve yüzünü
kalabalığa dönüp akıllarına kazanacak altı kelimeyi söyledi.
“Oğlum bile yasaların üstünde değildir!” Ufak bir ses büyüsü sayesinde
bu sözler bütün idam alanında yankılandı ve binlerce kişinin dikkatini çekti.
Ve bu sözlerin ardından Klaus parmaklarını şıklatıp kazığı ateşe verdi.
Bu ateş sıradan değildi. Ateşle vaftiz etmek için lekelenen kişinin tam üç saat
yanması gerekiyordu. Kilian, büyülü alevlerin yükselmesini izledi ve başını
yavaşça yukarı kaldırdı.
Karşı büyüsünün neden Klaus’un alevlerini durduramadığını bile merak
etmedi. Dükün yeteneğine karşı bir yöntem bulamamasının imkânı yoktu.
Bildiği tek şey bu ateşin canını çok ama çok yaktığıydı.
Canı o kadar çok yanıyordu ki kafayı yedi, ulumaya başladı, deli gibi
gülüyordu ve üçüncü, kızıl gözü yüzünden manyak bir şeytan gibi görünüyordu. O
yanmaya devam ederken halk onu taşlamaya başladı. Ama ateş zaten etini
yakarken, bunun ne önemi vardı?
Muhafızlar halkın öfkesini bastırdı, eski varisinin ateşle vaftiz
edilmesini hiçbir şeyin engelleyememesini sağladılar. Kilian gözlerini
kapatamadı. Oraya toplananları süzdü, bir yüzden diğerine baktı ve en sonunda
gözlerini Klaus’a çevirdi. İşte orada durdu. Bir yerden sonra çektiği acı o
kadar büyüdü ki Kilian’ın beyni onu analjeziye zorladı, vaftizin son birkaç
dakikasını acı çekmeden geçirdi.
Klaus bunca zamandır ona bakıyordu, üç saatlik yanışının bir anını bile
kaçırmamıştı.
“Ölmüyorum,” diye fısıldadı Kilian, ateşler göğsünü kaplarken. Sesini
duyabilen tek kişi Klaus’tu.
“Ölemem. Seni gebertene kadar dövmeden ve sana sonsuz azap yaşatmadan
ölemem.” Bu bir bildiri, bir söz, bir istekti ve Klaus da bunların hepsini
yüzünde hafif bir tebessümle karşıladı.
“Bekliyor olacağım,” diyerek bu karşılaşmayı kabul etti.
Kilian’ın kızıl gözünde kırmızı ışık yanıp söndü. Üç saat doldu ve
geriye Kilian’ın külleri kaldı. Kilian böylece ikinci kez yok oldu.