Zanaatkâr Teknobaz
İmparatorluk Akademisi
Zanaatkâr Teknobaz – 27. Bölüm:
İmparatorluk Akademisi
Yeteneklerin anası olarak bilinen İmparatorluk Akademisi, yeni nesil
büyücüleri belirlemek ve yetiştirmek için Arkadya’nın ilk imparatoru tarafından
kurulmuş bir numaralı büyü kurumuydu. İmparatorluğa bağlı olan bu kurum aynı
zamanda von Skoll imparatorlarının çeşitli krallıktaki en yetenekli kişiler
hakkında bilgi edinmesini de sağlıyordu.
Arkadya İmparatoru, Yedi Emir’in Büyük Üstatları, Orloth Kralı, Kars
Dükü, bu şahısların tamamı İmparatorluk Akademisi mezunuydu. Elbette
gösterdikleri performans büyük ölçüde farklıydı. İmparator Niklas von Skoll,
İmparatorluk Akademisi’nin son beş yüz yıldaki en güçlü mezunuydu.
Büyü gücü o kadar fazla ki ülkeleri yok edebilir. Ondan önce gelen Kral
Erik yalnızca soysuz köleler gibi sürünüyordu. Ve bu nesilde imparatorun gücüne
denk olabilecekmiş gibi görünen tek kişi Kars Dükü’ydü. Ancak bu seviyeye
ulaşıp ulaşamayacağı hâlâ tartışma konusuydu.
Hatta İmparatorluk Şehri’ndeki birçok asil Klaus’un neden hâlâ nefes
aldığını merak ediyordu.
“İmparatorluk Akademisi’nin gücü tepedeki üç Büyük Emir’e kaybetse de
alttaki dörtlüyle aşık atabilir. Bölüm başkanlarının hepsi en az düşük seviye
Hükümdâr’ken müdür üst seviye Hükümdâr. Kalan öğretmenler de en az Yüksek Elçi
seviyesinde. Onları nasıl yıkmayı
düşünüyorsun?” diye doğrudan sordu
Jezebel. Kendi gücü İmparatorluk Akademisi’ni aşıyor olsa da fani dünyada
dilediği gibi kullanamıyordu.
Fehllerin seviyesi ne kadar yüksekse, fani dünyada o kadar
kısıtlanıyorlardı. Ashera’nın seviyesindekiler felaketimsi olaylara sebep olmadan
buraya ayak bile basamazdı. Jezebel’in prangaları bu seviyede olmasa da Kilian
işleri tersine çevirmek konusunda ona güvenemezdi.
“Yıkmayı boş ver, şu an girmek bile sıkıntı,” diye başladı Kilian,
sırtını doğrulttu ve fehl partnerine döndü. “Bir yıllık öğretim ücreti 500
qrafta. Kitap başı ortalama 50 qrafta. Kapıdan içeri giremeyecek kadar
fakirim.” İmparatorluk Akademisi, Klaus’la konuştuğu birçok konudan biriydi, bu
nedenle Kilian kurum hakkında detaylı bilgiye sahipti.
Para düşük seviyeli asillerin, akademinin elitist camiasına girmesini
engellemek için bir bariyer görevi görüyordu. Mevki bakımından marki çocukları
bu akademinin en düşük sınıf öğrencileriydi. Elbette bazı kontlar da
hazinelerini sonuna kadar açıp çocuklarından birini akademiye yollayıp
bağlantılar kurmaya çalışıyordu. Büyü konusunda becerikli halk çocuklarına
gelince, yüksek seviye asillerden burs almadıkları sürece İmparatorluk
Akademisi onlara asla kapısını açmazdı.
Eğer önceki hayatında fehlle lekelenmemiş olsaydı Kilian, Kars’ın
varisi olarak şu anda krallara layık bir mevkiyle İmparatorluk Akademisi’nde
öğrenci olacaktı. Ama şimdi kapısına bile bakamıyordu.
“O kadar da zor değil. Yalnızca hırsızlık yapalım. Yakınlarda
yağmalanmayı bekleyen bir vikont yok mu?” diye teklifte bulundu Jezebel, sesi
öylesine samimiydi ki neredeyse doğru konuşuyormuş gibiydi. Neredeyse.
Kilian başını sağa sola salladı. “Küçük düşünüyorsun, nano örümceklerle
ineği eğitip onu varoşları yepyeni bir gelir kaynağına dönüştürecek yatırımlar
için kaynak olarak kullanabiliriz. Ölü veya diri kadınlara et zanaati
uygulayarak eşi benzeri görülmemiş bir kerhane açıp büyük bir bilgi ve gelir
kaynağı yaratabilirim.”
“Sana koşulsuz şartsız itaat edecekleri ve üzerlerinde oynama yapılması
gerekmeyeceği için mi ölü kadınları kullanmayı tercih ediyorsun? Ama şu anki
seviyenle çalışan bir beyin yapamazsın ki.”
“Aslında bunun pek önemi yok. Beynin yerine yapay zekâ çipleri yaratıp
bunu vücutlarına bağlayabilirim. Ya böyle yapacağım ya da canlıyı kontrol
etmesi için nano örümcekler yapacağım. Asillerin cesetten yapılma kuklaların
dokunuşlarıyla zevk içinde çığlık atması hayatımı daha eğlenceli kılar bence.”
“Gerçek bir fehl gibi konuştun. Ne zaman başlıyoruz?”
“Evi yok edip ölü hanımı gömdükten sonra.”
Bu konuşmadan sonra Jezebel parmaklarını şıklattı, ikili anında
giyindi. Ardından ayağa kalkıp evden çıktılar. Varoşlarda mezarlık yoktu.
Cesetler ya bir kenara atılıyor ya da açık hava fırınlarında ateşe veriliyordu.
Kilian ikinci seçeneği seçti. Düşüncelerini anlayan Jezebel, parmaklarını
şıklattı ve turuncu alevler evi sarıp ortalığı ateşe verdi.
Ne tuhaftı ki alevler gitgide yükselmesine rağmen yandaki evlere
sıçramadılar, yalnızca ölü Stenzel hanesini sardılar.
Çoğu ırkın aksine fehllerin büyü yapmak için sözcükler söylemesine
gerek yoktu. Onun yerine iradelerini kullanıyorlardı. Büyüyü dokumak yerine
iradeleriyle yaratıyorlardı. Bütün öğrencilerin ve araştırmacıların fehl ırkını
büyü dünyasının zirvesinde görmesinin sebebi buydu.
Karşı taraftaki binalardan birinin çatısında duran Kilian ve Jezebel
sessizce evin yanmasını izledi. Aniden yükselen alev ve dumanlar, yakınlardaki
vatandaşları harekete geçirdi. Yangının sıçramasından korkan düzinelerce insan
ateşin kaynağını bulmak için acele etti ve daha fazla yayılmasın diye su
kovalarıyla söndürmeye çalıştı. Hiçbiri işe yaramadı elbette.
Ateşin sönmediğini, ama yayılmadığını da görünce çoğu kişi evlerine
döndü, Stenzel hanesinin dibinde oturanlar da ateş sönene kadar sokakta yatmaya
karar verdi. Geriye yalnızca on iki kişi kaldı.
Bir tarafta söndürülemez ateşe umutsuzca su taşıyan, 1.90 boyunda, 17
yaşında, herkülvari bir oğlan vardı. Öbür tarafta oğlanla aynı yaştaymış gibi
görünen, on adamı yöneten yeşil gözlü bir esmer. Döktükleri terler hiçbir işe
yaramadı ve bina yandıktan sonra ateş kendi kendine söndü.
Kilian’ın gözleri herkülvari genç ve esmere döndü, Lukas’ın anılarında
isimlerini ve Stenzellerle olan bağını aradı. Hafızasından iki isim çıktı:
Bjorn ve Lena.
Güpegündüz olmasına rağmen Jezebel’in büyüsü tarafından
gizlendiklerinden kimse ikilinin karşı çatıda oturduğunu göremiyordu. Bjorn ve
Lena da istisna değildi ve bu yüzden iki çift gözün onları izlediğinden
haberleri yoktu.
Lukas’ın evindeki külleri gören Bjorn dizlerinin üstüne çöktü,
gözlerinde şaşkınlık ve keder vardı. Sağındaki Lena da yumruklarını sıktı,
Lukas’ın yanıp kül olduğuna inanmayı reddetti. Bunlar hayatı boyunca gördüğü en
güçlü alevlerdi, geriye moloz parçası bile bırakmamışlardı. Büyülü olduklarına
şüphe yoktu.
Üç gün önce Lukas gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Sık sık
açıklama yapmadan ortadan kaybolduğu için kimse kötü düşünmemişti. Ama normalde
24 saat içerisinde geri dönerdi. Şimdiyse adam geri dönmemiş, evi küller içindeydi.
Herkes bu ikisi arasındaki bağı kurabilirdi.
Belki de Lukas gücendirmemesi gereken birini gücendirmişti ve bedeli
ağır olmuştu. Lukas, Bjorn ve Lena çocukluk arkadaşıydı. Ama yıllar geçtikçe
Lena onlardan uzaklaşmış, varoşların daha karanlık kısımlarına gitmiş ve kendi
ekibini kurmuştu. Artık güçlenen ve bölgeye hükmeden çetesi, dört büyük çetenin
hegemonyasını tehdit ediyordu.
Birkaç aylığına Lukas’ı da çeteye katmaya çalıştı. Bunu istemesinin
sebebi hem yetenekleri hem de bencilce hedefleriydi. Lukas tabii ki onu
reddetmişti. Ve son anlarında ona ne kadar kötü sözler ettiğini düşününce
Lena’nın gönlündeki tatsızlık büyüdü.
Bjorn’se on yıldır Lukas’ın tek dostu ve büyük bir desteği olmuştu.
Varoşlarda büyüyen bir yetim olarak, Lukas’ın yardımları olmasa buradan sağ
çıkamazdı.
Daha sonra kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış olsa bile ona
gösterdiği nezaketi unutmazdı. İkisi de çok şey görmüş geçirmişti, birlikte
sayısız badire atlatmışlardı. Bütün bunları atlattıktan sonra Lukas’ın sonunun
böyle olacağını hiç düşünmemişti!
Ama ikili ölenin yasını tutarken Kilian kendini açığa çıkardı, yere
sıçradı ve diz çöken Bjorn’e yavaş yavaş yaklaştı. Hem Lena hem de Bjorn şaşıp
kaldı ve az önce yasını tuttukları kişiyi karşılarında görünce ürperdiler.
Bjorn o esnada ayaklandı ve gözlerinde yaşlarla Kilian’a doğru sıçradı!
Tetiklenen Kilian kenara çekildi, Bjorn havada asılı kaldı ve 1.90
boyundaki herkülvari çocuk yüksek bir sesle yere düştü.