Zanaatkâr Teknobaz
Ostria'da Felâket Çanları Çalıyor!
Zanaatkâr Teknobaz – 29. Bölüm:
Ostria’da Felâket Çanları Çalıyor
Kanayan ellerine kazınmış dört kelimeye bakan on birlinin hepsi dehşete
kapıldı. Ama Kilian’ın üzerlerindeki kontrolü o kadar sıkıydı ki ter bile
dökemiyorlardı.
Lena sakinliğini akranlarından daha çabuk kazandı ve bir anda durumu
inceledi. Karşısındaki adam Lukas olsa da olmasa da onlara zarar vermek
istemiyordu, yoksa hiçbiri silâhlarını çekecek kadar bile yaşamazdı. Ve o bir
büyücüydü. Ayrıca onun gözünde hiçbir değerleri yoktu. Başından beri onlara bir
kez bile bakmamış, üstün büyü güçlerinin kaderlerini yönetmesine izin vermişti.
Bu düşünce kalbini öfkeyle doldurdu. Ancak bunu bastırdı. Bu esnada
yükselen gerilimin farkında olmayan Bjorn de Kilian’ın “açıklamalarını”
dinledi.
“Muhtemelen çifte hayat sürdüğümü uzun zaman önce fark ettin. Son beş
yıldır gizli gizli asilleri öldüren bir suikastçı mezhebinde çalışıyordum, ama
üstlerimin bana verdiği görevde başarısız oldum.
Başka hiçbir seçeneğim olmadığından bir süre kaçtım, onlardan kurtuldum
ama ailemin peşine düştüler.
Geri döndüğümde bunu görmeyi ummuyordum...” Kilian bu cümleleri
kurarken yüzündeki tebessüm kayboldu, yüzü soldu, kalp atışları hızlandı ve
gözlerini öyle bir kederle kapattı ki Lena varsayımlarının doğru olup
olmadığından şüphe etti.
“...Tamara gitmişti, annem nefes almıyordu ve babamın cebinde gümüş
sikkeler sallanıyordu. Öfkeyle onu geberttim ve evi ateşe verdim. Aslında
Tamara’nın izini sürmek için Ostria’yı terk etmeyi planlıyordum ve buraya veda
etmeye gelmiştim.” Kilian’ın sesi “acı içinde” titredi ve sesi çatallandı.
Bunu gören ve gizlenmiş Jezebel, çapkın yarinin tam bir oyuncu olduğunu
kabullendi. Klaus dünyayı değiştirmeyi amaçlayan bir adamın önce bin tane maske
takmayı öğrenmesi gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden Kilian da dolandırıcılık
sanatında uzmanlaşmıştı. Boynuz yakında kulağı geçecekti.
Lena’nın artık hiçbir şüphesi yoktu, “Lukas’ın personasının” neden
böyle büyük bir değişim yaşadığını anlamıştı. Artık ona dikkat etmesi için
hiçbir sebep yoktu. Alt dudağını ısıran Lena yumruklarını sıktı, arkasını döndü
ve adamlarıyla orayı terk etti.
Bu esnada Bjorn patladı.
“Fırsatını bulduğum anda o orospu çocuğunu gebertmeliydim!” Öfke içinde
baldırını tokatladı. Bir yıl önce Oskar’ın çıkarılması gereken bir diken
olduğuna inanan Bjorn, Lukas’ın babasını öldürmeye çalışmıştı, ama annesinin
yalvarıp yakarmasından ötürü vazgeçmişti. Ne yazık ki meseleyi orada
bırakmıştı. Lukas ortadan kaybolduktan bir gün sonra Bjorn, Oskar’ı ziyarete geldi,
onu uyarmak için sağlam bir dayak attı.
Ama varoşlarda yaşanan olaylar, dostunun ailesine göz kulak olmasını
engelledi. Bunun pişmanlığını yıllar boyunca duyacaktı.
“Bu lanet olası hastalığın suçu. İnsanlar pire gibi dökülüyor, yeni bir
salgın yayılıyor!” diye bağırdı Bjorn, bu sözler ağzından dökülür dökülmez
Kilian kaşlarını çattı.
“Salgın mı? Arkadya’da mı?”
...
Bu esnada Ostria Kalesi’nde Vikont Olaf kendisini pelerinle gizleyen
gizemli bir adamla buluştu. Oskar olsa bu adamın Tamara'yı sattığı köleci
olduğunu bilirdi. Ve adamın yanında bir kız duruyordu.
Ne yazık ki kızın eskiden parlayan elâ gözleri artık bomboş bakıyor,
sanki yabancı bir güç zihnini kilit altında tutuyordu. Kilian çoktan
kaybolduğunu düşündüğü kölecinin Vikont Olaf’ın yanında çay içtiğini asla
düşünmezdi.
“Hastalığın yayılması ne alemde?” Adam Olaf’ı huzursuz edecek kadar
kısık bir sesle sordu. Yine de en ufak bir rahatsızlık belirtisi göstermiyordu.
“Hiç korkmayın efendim, bir haftaya kalmaz bütün varoşlar hastalığa
yakalanacak. Aynı zamanda emrettiğiniz gibi adamlarımı da oraya yolladım. Bir
mucize olur da o maymunlar planı fark etse bile bundan kaçamazlar.” Maymunlar.
Aristokların gözünde ister yöneticiler ister kanunsuzlar olsunlar, halktan
olanların maymunlardan farkı yoktu.
Bu sözleri duyan pelerinli adam hiçbir şey demedi, bir sürü banknot
çıkarıp masanın üstüne attı. Olaf’ın koyu mavi gözleri parladı ve Büyülü
Görüş’ünü aktifleştirip banknotları saydı.
Öz Tapınakçıların kusursuz dra dolaşımı vardı ve vücutlarının çeşitli
bölgelerini drayla doldurabiliyorlardı, ama yalnızca Öz Elçiler bu işlemi
kullanıp büyülü yetenekler ortaya çıkarabiliyorlardı.
Tecrübeli büyücüler arasında yaygın bir araç olan Büyülü Görüş,
kullanıcısının 360 derecelik görüşe sahip olmasını, çevresini incelemesini ve
görüşünü dra rezervi ve kontrolüne bağlı olarak düzinelerce kilometre
artırabilmesine olanak sağlıyordu.
“1,000 qrafta. Efendim, çok cömert birisiniz.” Olaf banknotları alırken
alay etti, yanaklarını paraya sürttü. Düşük seviye Öz Elçi olan Olaf’ın
Orloth’taki mevkisi alt kısımlardaydı. Ancak yine de bir büyücüydü. Gücüyle
binlerce çaresiz insanı katletmek onun için çocuk oyuncağıydı. Aynı zamanda bu
görevi halletmeleri için tapınakçıları yollayabilirdi.
Varoşları bir anlık hevesle alt üst etse de kimse ona karşı gelemezdi.
Ancak kimsenin o köpekleri gebertmesi için ona 1000 qrafta ödeyeceğini düşünmezdi!
Olaf en başta bu görevi halletmeleri için adamlarını yollamayı düşündü.
Ancak gizemli adam bu işin gizemli bir virüs tarafından yapılması konusunda
ısrarcıydı. Olaf adamın Ostria’daki 30 bin kanunsuz için neden bu kadar çaba
harcadığını merak etti.
Ancak bunun bir katliam değil de seçim olduğunu bilmiyordu.
...
“Sen gittikten bir gün sonra başladı. Hastalık dışarıdan zatürree gibi
görünüyor, ama çoğu kişi bunu reddetti. Çünkü çok hızlı yayılıyor. Ve çok çabuk
zarar veriyor. Yalnızca iki gün geçti, ama insanlar şimdiden ölümün
eşiğindeymiş gibi görünüyor! Ayrıca aşısı yapılmış olanları bile sağ
bırakmıyor!” Bjorn iç çekti.
Bütün varoş sakinleri kanunsuz değildi. Tıpkı Lukas’ın ailesi gibi
başka tehditlerden kaçınmak için buraya sığınanlar vardı, bu yüzden aşılı
insanlar bulmak pek de tuhaf değildi. Bu dünyanın tıbbi seviyesi oldukça
yüksekti. Hastalık zatürree olsa bile bu insanları etkilemiyor olmalıydı. Ancak
yine de etkilenmişlerdi.
Eğer hastalık Bjorn’ün anlattığı kadar hızlı yayılıyorsa, o zaman neden
son iki gününü onlara yardım ederek geçirmesine rağmen ona bulaşmamıştı? Evrim
aşaması onu koruyor muydu? Yoksa...
“Beni hasta birine götür,” diye emretti Kilian, Bjorn’e onu reddedecek
fırsat bile vermedi. Yarı Fehl Kilian’ın hiçbir hastalıktan korkusu yoktu ve
ömrü ortalama bir insandan beş kat daha uzundu. Varoşlarda hastalıklı birine
korkmadan yaklaşabilecek tek kişi oydu. Ve sesindeki netliği duyunca Bjorn onu
caydırmaya tenezzül etmedi. Öte yandan bir salak bile arkadaşının artık büyülü
güçlere sahip olduğunu anlayabilirdi, ama büyülü güçler olmadan da hastalıklı
birini bulmak çok zor değildi.
Kilian’ı caddede yönlendiren Bjorn, onu on kişinin toplandığı, karanlık,
tenha bir köşeye getirdi, toplananlar o kadar kötü öksürüyordu ki sanki her
nefeste ömürlerinden ömür gidiyordu. Kilian’ı geç, Bjorn bile şaşkın hâlde
onlara bakıyordu.
“Bu nasıl oldu?” diye korkuyla sordu. Geçen gece onunun da durumu
kritikti, ama en azından insana benziyoralrdı!
Ama şimdi?
Vücutları, kemiklerinde hiç et kalmayacak kadar zayıflayıp kurumuştu!
Hatta derileri griye dönmüştü!
Kilian hemen oyunu fark etti ve teorisini sınamak için varoşlarla
şehrin arasına gitti. Arkadaşının içgüdülerine güvenen Bjorn de hiçbir şey
demeden peşine takıldı. Hızını bir Düşük Elçi’nin endişelenmeyeceği seviyeye
düşürmesine rağmen, Kilian onu yine de arkada bırakmıştı.
Kısa süre sonra ana çıkışa vardılar, karşılarında tuhaf bir manzara
vardı. Kapkara yelekler giymiş ve varoşları ablukaya almış üç yüz muhafız,
kimsenin varoşlara girip çıkmasını engelliyordu! Lena da tam vaktinde on iki
adamıyla birlikte ortaya çıktı.
Bjorn hemen ardından geldi, Lena ve şehir muhafızı arasındaki
karşılaşmaya şahit oldu.
“Bu ne anlama geliyor?!” Baş memura öfkeyle bağırdı. Varoşlardan
böylesine güzel bir kızın çıkmasına şaşırmasına rağmen, kendini kaybetmedi.
“Bir salgın hastalık olduğu saptandı. Varoşları resmen karantina altına
alıyoruz.” diye ilan etti memur ve Kilian da bir kaşını kaldırdı.