Zanaatkâr Teknobaz
Tek Kişilik Ordu (1. Kısım)
Zanaatkâr Teknobaz – 35. Bölüm: Tek
Kişilik Ordu (1. Kısım)
Fehl hayvanları uyanıp çıldırırken, varoşlardaki sessiz acı koca bir
şiddet fırtınasına döndü ve onları karantina altında tutan muhafızları
parçalayıp geçerek şehre indiler.
Ostria’nın kaosa sürüklenmesi beş dakika sürmedi, asiller kendilerini
evlerine kapattılar ve halk da olabildiğince hızla kaçmaya başladı. En başta
yalnızca birkaç yüz kişiydiler, ama dakikalar geçtikçe hayvanların sayısı,
çılgın kükremeleri ve açlıkları yükseldi.
Asiller ve halk en başta vikontun bizzat adamlarını yollayıp bu
kargaşayı bastıracağına inanıyorlardı. Ama Olaf’ın kalesinde toplanan asker
birlikleri onları haksız çıkardı, herkes umutsuzluğa kapılmıştı.
Ancak Kilian yine de durmadı. Yolda yürürken birçok kişiyi
kurtarabilirdi, ama durmaya tenezzül etmedi. Ölenlerin çığlıklarının onun için
hiçbir önemi yoktu ve Olaf’ın malikânesine vardı.
Zuri, dra parçaları ve iletken maddeler, nano örümceklerin üretimi için
bu üç şey hayati önem taşıyordu.
Dra parçaları adından da anlaşılacağı üzere doğal olarak üretilen ve
saf büyü içeren parçalardı. Ülkeler bunları dra reaktörlerine, büyülü silâh ve
zırhlarına güç sağlamak için kullanıyordu. Yetenekli büyücüler de bunları
normalde dralarının yetmeyeceği büyüleri yapmak için kullanıyordu. Büyü
çemberlerinde dra parçaları hem hayat kurtarıcı hem de birimdi.
İletken maddelere gelince, nanobotlar ve nano örümcekler ile
örümceklerle ana örümcek arasında bağ kurulması için hayatiydiler. Otuz yıllık
gaddarca yönetimi sayesinde Olaf muazzam bir servet elde etmişti. Paradan
kaynağa kadarki kaynakları birçok kontunkini aşıyordu.
Beş milyon metrekarelik bir alanı kaplayan, doksan bin metre karelik
yüzölçümüyle kalesi gerçekten büyüleyici bir yapıydı. On metreden uzun kapıları
ve Olaf'ı sanki muhafızmış gibi tasvir eden iki altın heykelle, sanki zenginliğini
tüm dünyaya göstermek isteyen bir aptal gibi görünüyordu. Hatta kalenin kendisi
som altındandı. Bunu gören Kilian, gülümsemeden edemedi.
Bir insan ne kadar zevksiz olabilirdi?
Şu anda sarayın dış surlarının bir kilometre uzağında duruyor, girişi
kaplayan elli metre yüksekliğinde duvarla karşı karşıyaydı. 45 adet otomatik
dra topu duvarların üstüne konumlanmıştı, uzmanlar tarafından uzaktan kontrol
ediliyordu ve istilacılara ateş etmeye hazırdı.
Duvarın yüzeyinde binlerce otomatik silâh, Kilian’a dönmüş haldeydi.
Ancak bu savunmaya rağmen on bir bin kişilik ordu dört bir yana yayılmış,
yüzlerce metrelik alanı kaplamış, girişi koruyor ve Kilian’a askeri
disiplinlerini gösteriyordu.
Diğer dört bin kişi de surların ardındaki çeşitli işleri hallediyordu.
Eğer gerekli olmasaydı Olaf savunmaya bu kadar para harcamazdı. Kilian, Olaf’ın
ününü hesaba katınca böyle bir şey bekliyordu. Olaf’a göre bu on bir bin
kişinin hayatının bir dra topu kadar değeri yoktu.
Önemi de yoktu. Ellerini cebine atan Kilian, savaş düzenine doğru
ilerledi, elâ gözlü, örgülü delikanlının ortaya çıkışı çoğu halk arasından
gelen askerleri şaşırttı. Otuz Küçük Tapınakçı ve iki düşük seviye Öz Tapınakçı
birliklerinin önünde duruyor, iki Öz Tapınakçı, 11 bin adamı yönetiyordu.
Olaf’ın yüzbaşısı ve yardımcısı. Eğer işler kötüye giderse bu ikili
silâhları ateşleyecek ve tapınakçı ekibini sığınağa geri götürüp diğerlerini
geride bırakacaktı. Bu emir hoşlarına gitmese de vikontun emrine karşı
gelemezlerdi. Ama hayvanların saldırmasını beklediklerinden, halktan birinin
önce geleceğini düşünmemişlerdi.
“Vikontun arazisine girmenin cezası ölümdür. Evlat, bunu sen istedin.”
Yüzbaşı hiç vakit harcamadı. Kendisine vikontun arazisinin bir kilometre
yakınına yaklaşan herkesi öldürme emri verilmişti. Çocuğun suçlayabileceği tek
şey kendi ihtiyatsızlığıydı.
Yüzbaşı elini kaldırdı, keskin nişancılara ateş emri verdi. Arkadya’da
tapınakçı veya büyücü olmayanlar, yani aristokrasiye hizmet eden sıradan
askerler, asillerin onlara sağladığı silâhlara güvenirlerdi. Bu yüzden 11 bin
piyadenin tamamı tüfek sahibiydi ve gizlenmiş keskin nişancılar da nişan
almışlardı.
Yüzbaşını görmezden gelen Kilian, ilerlemeye devam etti. Ama attığı her
sakin adımla, orduyla arasındaki mesafe büyük ölçüde azalıyordu.
Silâhların sesi yankılanmadı, ama üç mermi Kilian’a doğru gelirken
havayı yarıp geçti! Biri beynini, biri kalbini ve sonuncusu da boynunu
hedefliyordu. Üçü de hedefini vurdu. Ancak askerler hiç etkilenmediğini görünce
korktular.
Kilian’ın etini deşemeyen mermiler yere düştü.
Gecenin karanlığı gökyüzünü kapladı, ayı gizleyip askerlere korkunç bir
ürperti saldı.
“Eğer toplarınıza güvenseydiniz, çoğunuz yaşardınız. Ama önden
saldırmayı seçtiğinizden, sizlere acımayacağım. Bu kaba olur,” dedi Kilian ve
tıpkı bir zebani gibi gülerken gözleri kana susamışlıkla parlıyordu.
İşte başlıyordu, saldırı, kaos ve kargaşa, kindar intikam ve insanın
ruhunu heyecanlandıran günahkâr çağrı. Ancak Kilian’ın ruhunun istediği tek şey
bu değildi. Ostria’daki fehl yoğunluğu zirveye ulaştığından, Kilian’ın üçüncü
gözü ikinci seviyeye çıkmaya yaklaşmıştı.
Ve Fehl Gözü artık yalnızca kanla yıkanırsa yükselişini
tamamlayabileceğini haykırıyordu!
Kilian’ın alnında kızıl bir kesik açıldı, üçüncü gözü ortaya çıktı,
üçüncü hayatına giden yolu açan o kızıl göz!
“Mutant... O bir fehl mutantı!” Yüzbaşı ve tapınakçılar sersemleyerek
bağırdılar. Orada Kilian’ın yaşadığı değişimleri yalnızca onlar görebiliyordu.
Ama sonrasında Kilian drasının akmasına izin verdi. 11 bin kişi kendisinden
yayılan draya maruz kaldı ve ezici bir baskı altına girdi. 11 bin askerin
tamamı silâhlarını zar zor tutuyor, korku içinde titriyordu. Tapınakçıların da
onlardan farkı yoktu!
Hayır, hatta drayı daha iyi anladıklarından, daha kötü hissediyorlardı!
Yüzbaşı zamanında Klaus’un muhafız kaptanı ve yüksek seviye Büyük
Tapınakçı olan Kont Wilfried’in karşısına çıkmıştı. Ama o bile kendisine böyle
bir baskı hissettirememişti! Hepsi anında bunun yüzleşebilecekleri bir düşman
olmadığını fark etti ve birliklerini harekete geçirdiler!
“Piyadeler, saldırın!” Yüzbaşı kılıcını çekerek bağırdı. Üstüne
itaatsizlik edemeyen askerler zorla korkularından kurtuldular, cesaret kazanmak
için kükrediler ve Kilian’a saldırdılar!
Binlerce merminin havada uçarken çıkardığı korkunç ses geceye karıştı. Ancak
Kilian bu mermileri saptırmaya, engellemeye bile tenezzül etmeyip yalnızca
başını geriye yatırdı!
“Üçüncü Çember Büyüsü: Kaba Çekim!” diye bağırdı Kilian. Etrafını saran
gök mavisi dra leylak rengine büründü, filizlenmiş gibi büküldü ve üç adet leylak
rengi çember ortaya çıktı, çemberler Kilian’ı binlerce askeri durduracak bir
cazibeyle sardı.
Önceki kükremeleri boğazlarında takıldı kaldı ve Kilian gözlerinin
önünde mükemmelliğin vücut bulmuş hâline dönüşürken gözlerindeki korku
tapınmaya dönüştü, hepsini ona sonsuza dek itaat etmeye zorladı.
Artık hepsi binlerce kişilik piyade bölüğünü efendileri için bir tehdit
olarak görüyordu ve silâhlarını ömürlük yoldaşlarına dayadılar!
Silâh sesleri yeniden yankılandı, silâh atışlarının melodisinin
ardından oluk oluk kanlar aktı ve askerler umutsuzca birbirlerini vurdular!
Bir anda 3 bin kişi yere yığıldı, diğer 2 bin kişi de kılıçlarını
çekerek birbirlerine saldırdı!