Zanaatkâr Teknobaz
Çünkü Merak Ediyorum
Zanaatkâr Teknobaz – 39. Bölüm:
Çünkü Merak Ediyorum
Ayağa kalkan Kilian, Olaf ve ölü oğluna baktı. On sekiz yaşındaki varis
çok fazla kötülük yapmasına rağmen, sonunun bu kadar acı olmasının bununla
alakası yoktu. Kilian buz gibi bakışlarla baba oğula bakarken, Jezebel kızıl
rüzgârların arasından ortaya çıkarak Kilian’ın solunda belirdi.
“Gerçekten merak ediyorum. İmparatorluk Akademisi’ne Olaf’ın servetini
kullanarak girmeyi planladığından, oğlunun doğal olarak ölmesi gerekiyordu.
Yoksa çoğu kişi babasının neden bir yabancıya burs vermek için büyüde yetenekli
oğlunu görmezden geldiğini sorgulardı. Ama onu öldürebilirdin. Bunu yapmanın
camdan atmak, halka açık idam gibi çeşitli yolları vardı. Neden oğlunu babasına
öldürttün?” Jezebel kafası karışık hâlde çenesini tutarak sordu.
Kilian odaya adımını attığı anda baba oğulun sonu gelmişti. Kilian,
Olaf'ı bir şekilde kölesi yapacak ve oğlundan kurtulacaktı. Ancak bunu
böylesine dramatik bir şekilde yapmasına gerek yoktu.
Sanki gülmek istiyor gibiydi.
Leke onu etkilemiş miydi? Damgasına hapsolmuş fehl şeytanı ona nüfuz mu
etmişti? Yoksa yalnızca bu kadar gaddar mıydı? Jezebel’in sözleri yaknılanırken
Kilian’ın yüzünde hiçbir ifade belirmedi. Başını sola yatırdı, gözlerini
kapattı ve iç çekti.
“Yalnızca merak ediyordum,” dedi Kilian gözlerini kapatarak. “Babası
sırf hayatta kalmak için oğlunu öldürecek miydi? Yoksa oğlu mu babasını
öldürecekti? Eğer hayatta kalmak yeterli bir sebep değilse, güç için yapar
mıydı? Merak ettim. Bazıları ne kadar kötü olsalar da kaplanların kendi
yavrularını yemeyeceğini söyler. Bunun en büyük kötülük olduğunu savunur. O
zaman bir insanı varisine karşı kışkırtmak için ne yapmak lazım? Veya oğulu
baba katili yapmak için?
Yakınlığın temeli ve değeri tam olarak nedir? İşte bunları merak
ediyordum,” diye belirtti Kilian, gözlerini açtı ve Olaf’ın cesedini vikont
tahtına yatırdı.
“Üvey babam iradeli bir adamdı ve olağanüstü bir ahlâki sağlamlığı
vardı. Aşağılanmaktansa ölmeyi yeğleyen tiplerdendi. Ama annemin hatrına her
şeye göğüs gerdi. Annem de babamdan pek farklı değildi, bu yüzden o da dayandı.
Onlar gibiler bu dünyanın gerçekliğine pek uymuyor. Neden daha bencil
olamadılar ki? Eğer onlarda Olaf’ın bencilliğinin onda biri olsaydı, hâlâ sağ
olurlardı. Ama gidip öldüler ve fabrika domuzlarını eğlendirdiler.” Bu sözler
ağzından çıkarken Kilian’ın üçüncü gözü açıldı. Ama bu sefer kızıl yerine koyu
gri renkteydi.
Tırnakları pençelere dönüştü ve işe koyuldu, et zanaati yeteneklerini
kullanarak Olaf’ı baştan yaptı.
Yaşamak için ruha ihtiyacı yoktu. Duygular, arzular, varoluş, bunların
hiçbirinin ruhla alakası yoktu. Ruh, vücut mahvolduğunda giderdi, ama sırf ruh
gitti diye vücut da yok olmazdı. Büyücüler bu konuyu bin yıldır
araştırıyorlardı ve ruhların bazı ruhani güçleri depolamak dışında pek bir işe
yaramadığı sonucuna vardılar. Mesela Kilian’ın şeytanı ruhuna hapsolmuştu.
Jezebel, Kilian’ın bu duygusuz sözlerinde koca bir kâbus dağının altına
saklanmış sessiz bir öfke ve keder
hissetti. Son zamanlarda Kilian’ın fehl zevkine kindarlıkla ulaştığını fark
etmişti. Bütün fehllerin bir ana zevk kaynağı vardı, bu genelde hazcılık ve
çöküşe bağlıydı. Seks bile tam olarak buna uymuyordu.
Mesela Jezebel bu zevki sadistçe baskı kurduğunda yaşıyordu. Ashera
yozlaştırmada yaşıyordu. Jezebel’in üvey kardeşi Mazdan hükmettiğinde
yaşıyordu. Ama Kilian’ın bu zevki kindarlıktan tattığına şüphe yoktu, Jezebel
daha önce hiç böyle bir özellik görmemişti. Ve bu ana kaynak zamanla
değişebilse de bu çok nadirdi.
“Acaba seni bu hâle kim getirdi? Ama dikkatli ol, içindeki şeytan
muhtemelen bir Fehl Asili. Ona bir fırsat verirsen, her şeyi tersine çevirip
seni mahkuma çevirir,” dedi Jezebel mutlak ciddiyetle.
“Ah, merak etme, kindarlık zihnimi bulandıramaz. İnsanların hiçbiri
yapamaz,” dedi Kilian sanki Jezebel’in düşüncelerini okurcasına. Artık Olaf’ın
organlarını düzenlemeyi bitirmişti ve onu yeniden birleştirmeye hazırdı.
“Oh? Peki ya ben?” Yanağını avucuna koyan Jezebel, Kilian’a gözlerini
dikti, yakut gözleriyle onu süzdü. Sözlerinde ufak bir şakacılık ve merak
vardı.
Kilian işi bıraktı, Jezebel’e döndü ve alnına ufak bir öpücük kondurdu.
“Sen insan değilsin,” dedi yüzünde bir tebessümle ve işine döndü. Böyle
bir cevabı beklemeyen Jezebel kafası karışmış hâlde gözlerini kırptı. Kilian’ı
daha iyi anladığını düşündüğü anda her şeyi tersine çeviriyordu, sanki bilerek
onunla uğraşıyordu. Ama bu umurunda değildi. Dengesiz bir delinin kendisiyle
uğraşmasının dayanılmaz bir çekiciliği vardı.
“Eğer böyle şeyler yapmaya devam edersen sana gerçekten aşık
olabilirim.”
Benim gönlüm bir hiçlik, içinde yer bol. Bir sürü kişiye ev sahipliği
yapabilir. Eğer dalmaya cesaretin varsa, seni zevkle kabul ederim. Ama dalar
mısın?”
“Neden dalmayayım ki?”
Jezebel sakin sözleriyle Kilian’a meydan okurken, ortam gerildi.
Şimdiye kadar yeniden yapılandırmayı bitirmişti ve drasıyla et kontrolünü
kullanarak Olaf’ın tüm yaralarını siliyordu. Üçüncü gözü koyu griden kızıla
döndü.
“Çünkü bir kez dalarsan, yanmaktan kurtulamazsın ve asla kaçamazsın.”
Bu esnada Olaf gözlerini açtı ve eski koltuğundan kalkıp Kilian’ın solunda diz
çökerek emirlerini beklemeye başladı. Ancak Kilian’ın elâ gözleri şu anda
Jezebel’e bakıyor, onu tir tir titretecek bir yoğunluk taşıyordu.
“Ama sana bir şeyin sözünü verebilirim,” diye fısıldadı Kilian, yüzünü
Jezebel’inkine yaklaştırarak, ve burunları sürtene kadar yaklaştı, “Eğer
incinirsen, bunun sebebi ben olacağım. Benden başka kimse sana acı çektiremez.”
Bu sözler öylesine yankılandı ki Jezebel’in gözleri kısıldı. Ama bu esnada
dudaklarını Kilian’ınkilere yaklaştırdı.
“Oh? Peki ya acı çektirirlerse?” Sormadan edemedi, havadaki kan
kokusundan hiç rahatsız olmuyordu.
“Dillerini koparacağım ki karşımda yalvaramasınlar,” diye yanıt verdi
Kilian, ama Jezebel’in dudakları onunkilere yaklaştığında yüzünü çevirip ayağa
kalktı, “Ama tabii ki henüz bunun vakti gelmedi.”
Salağa konulmuş gibi hisseden Jezebel gözlerini devirip “öfkeyle” iç
çekti.
“Baş belâsı...” diye fısıldadı.
Ama o esnada ayak sesleri salon koridorunda yankılandı. Girişlerini
engelleyecek bir kapı olmadığından, herkülvari biri içeri girdi ve mavi
gözleriyle kan dolu manzaraya baktı. Bakışlarını Kilian’a çevirince durdu,
kaşlarını çattı ve yumruklarıyla üstüne atıldı!
Bu adam Bjorn’dü ve Jezebel o içeri girmeden evvel kendini görünmez
yapmıştı. Kilian yanından ayrılalı üç saat bile olmamıştı, ama Bjorn şu anda
Küçük Tapınakçıları utandırıp Öz Tapınakçılara denk olacak bir güçle karşısında
duruyordu. Belki de henüz farkına varmamıştı.
Elbette Kilian’ın karşısında bu gücün hiçbir anlamı yoktu.
BAM!
Bjorn’ün yumrukları ona döndü ve yüzüne iki taraftan vurdu. Havada
durup yere düştü. Burnundan ve dudaklarından kanlar akmasına rağmen bakışlarını
Kilian’dan ayırmadı.
“Ah, biliyorsun demek,” dedi Kilian ve titreyen Bjorn’e doğru yürüdü.
“LUKAS NEREDE ULAN?!” diye bağırdı Bjorn, ses
büyüsü olmasa da sesi tüm kalede yankılanıyordu.