Zanaatkâr Teknobaz
Nargoz'da Devrim
Zanaatkâr Teknobaz – 5. Bölüm: Nargoz’da Devrim
Kale surlarına giden merkez bahçeyi geçen
Kilian, 14 kişilik bir ekiple karşılaştı, bunlardan 12’si dikeylemesine, tıpkı
Klaus’un sınıfındaki iki kadim heykel gibi hareketsiz duruyordu.
12 adamın da üstünde Zurh vardı, zuriden
yapılmış platin kas lifi zırhları. Arkadya'ya özel nadir bir mineral olan zuri,
üst sınıf tapınakçı zırhlarını yapmakta kullanılırdı. Esnekliği, sağlamlığı ve
büyü algısı, diğer tüm minerallerin üstündeydi. Aynı zamanda çeşitli elektronik
parçalar için iletken görevi görüyordu.
Klaus’un hükümdarlığının sekizinci yılınca,
Teknobazlık Bakanlığı, zuriyi kas lifi zırhına dönüştürmenin bir yolunu
bulmuştu, bu zırh kullanıcısına yalnızca insanüstü güç, dayanıklılık ve hız
sağlamıyor, aynı zamanda Teknobazlıktaki son gelişmeleri de kullanmasını
sağlıyordu. Süpersonik iticiler, statik alanlar, plazma lazerleri ve 360 derece
görüş sayesinde bu zırhı giyen herhangi biri, ortalama bir Yüksek Tapınakçı’yı
parçalarına ayırabilirdi.
“Genç Efendim, Ekselanslarının emriyle Kuru
Gönül’ün on iki üyesini muhafızlarınız olarak seçtim. Çoğunu tanıdığınızı
düşünüyorum,” dedi Wilfried ve on iki kişi karşısında eğildi. Nezaketen
yüzlerini açmışlardı, böylece Kilian hepsini tanıyabiliyordu.
Wilfried’i görmezden gelen Kilian’ın gözleri
soldan yedinci kişiye döndü, “Sen... Yeni misin? Ben seni öldürmemiş miydim?
Yoksa ikizi falan mısın?” Zarafetle sordu. Ama asker belini doğrultmadan başını
salladı.
“Abim Kuru Gönül sınavını geçemedi ve bir
anlık zayıflıkla düşman kuvvetlerinin rüşvetine kanıp sizi öldürmeye çalıştı.
Ailemizi utandırdı ve bir milyon kez ölmeyi hak ediyordu,” dedi asker sesinde
hiçbir dalgalanma olmadan. Klaus, Kilian’ın peşine suikastçı takan tek kişi
değildi. Hoşnutsuz vasallar, prensler, dükler ve markiler, Kars’ın Kilian’ın aptal
kardeşinin ellerine geçmesini yeğleyen herkes hayatının peşindeydi.
“Yakın mıydınız?”
“Hem de çok.”
“İntikamını almak istiyor musun?”
“Bazı insanlar intikamlarının alınmasına
değmezler. Ekselansları’nı tehdit etmeye cesaret eden herkes, acı içinde ölmeyi
hak ediyordur. Eğer onu siz öldürmeseydiniz, bizzat ben öldürürdüm.”
“Öyle mi?” Sanki bu cevabı sıkıcı bulmuş olan
Kilian, suratını karşısındaki on dördüncü kişiye, kardeşi Florens von Karsten’e
çevirdi.
“Burada ne işin var?” diye doğrudan sordu. Hiç
rahatsız olmayan Florens ona sahte bir şekilde güldü ve ileri çıktı.
“Babam senin peşinden gelmemi ve deneyim
kazanmamı istiyor. Bu kardeşliğimizi sağlamlaştırıp yakınlaşmamız ve Kars’ın
birliğini dünyaya göstermemiz için bir fırsat,” dedi Florens, neşesini zar zor
saklayarak. Kilian’dan iki yaş küçük olmasına rağmen, kendisini Kars’ın gerçek
varisi olarak görüyordu. Bu yolculukta da bunu kanıtlamayı amaçlıyordu. Ancak
Kilian başını sola yatırdı ve kardeşini baştan aşağı süzdü.
“Anneni siktim,” dedi dümdüz bir şekilde ve bu
sözlerden ötürü şaşkına dönen Florens, kafası karışmış hâlde gözlerini kırptı.
“N-Ne?” Wilfried hariç herkesin yüzündeki
ifade değişti.
“Anneni siktim. Hatta hâlâ sikiyorum. Hatta
iki yıldır ondan başkasını sikmedim. Babamın emriydi, elimden başka bir şey
gelmedi.” Kiliian’ın çok normalmiş gibi söylediği bu sözlerden ötürü şaşkına
dönen Florens, Wilfried’e döndü. Amcasının yüzünde gördüğü sessiz onaylama,
bacaklarındaki tüm gücün kaybolmasına neden oldu ve az kalsın bayılacaktı.
Ama Kilian o esnada sağ omzuna nazikçe dokundu
ve kulağına “Umarım kardeşliğimiz bundan etkilenmez.” dedi. Ardından şaşkına
dönmüş kardeşinin yanından geçti ve adamlarını Kars’ın kapısında onları
bekleyen Mach 2 firkateynine götürdü. Florens düşüp kalmıştı ve Wilfried
çocuğun hâlini gördükten sonra kulağındaki çipe basıp Klaus’la irtibata geçti.
“Ekselansları, ne yazık ki Lord Florens
görüşmelere katılamayacak.”
...
“Nargoz’a varmadan evvel bir şeyi açıklığa
kavuşturayım. Arkadyalı, insanları üstün gören görüşlerinizden kurtulmanız
gerekiyor, başıma gereksiz yere bela açmayın.” dedi bej rengi kabininde oturan
Kilian, yüzleri koyu gri miğferlerle kaplı muhafızlarına. İmparatorluğun bin
yıllık propagandası sayesinde, insanlığın üstün olduğu inancı tüm halkın gözünü
kör etmişti. Arkadyalı insanların zihninde diğer ırklar ya alçak ya da
ucubeydi.
Bu görüş çoğu yerde işe yarıyordu, ama
Nargoz’da yalnızca onlardan nefret edilmesine sebep olurdu.
“Lordumuz hiç endişelenmesin. Bildiğiniz üzere
Ekselansları her zaman tolerans göstermeyi ve Kars kültürünü uyarlamayı teşvik
etmiştir. Bazı önyargılar olsa da bunlar bizleri etkilemez. Yine de kafa
karışıklığı yaşadığım bir olay var. Nargozlular insan değiller mi?” diye sordu
bir muhafız.
“Kime sorduğuna göre değişir. İşi özü, Nargoz,
Ebedi Gece’den kalma bir yer. İmparatorluktan yüz yıl önce kuruldu ve
yarasagiller tarafından yönetildi. Nargoz’un hükümdârı, Veidt Hanesi,
yarasagillerin istilasına karşı ayaklanıp sağ kalanların soyundan geliyor. Her
ne kadar esas atalarının özelliklerinin çoğunu kaybetmiş olsalar da kan kırmızı
gözleri ve doğuştan yetenekleri sabit kaldı, dünyaya insan olmadıklarını
hatırlattı,” diye açıklama yaptı Kilian, on iki adamı da meraklı gözlerle ona
baktı.
Dört krallığın en gizlisi ve soyutlanmış olanı
olan Nargoz, Arkadya’nın çatışmalarına nadiren burnunu soktu. Aynı şekilde bu
krallık hakkındaki bilgiler de nadiren aristoklar arasında dolaştı, halka dair
bir şey olmadığını söylemiyorum bile. Böylece buralar gizemli topraklara
dönüştü ve dedikoducu ağızlardan sayısız efsane türedi. Ancak bu hikâyelerin
çoğu gerçek olmasa da biri oldukça doğruydu.
Dört krallığın en güçlüsü olmasına rağmen
Nargoz, Kan Saltanatı aristokrasisi yüzünden gelişemedi ve sürekli mücadele
içinde kaldı. Firkateynleri 20.000
kilometrelik selayı aşıp ülkenin sınırlarına ulaştığında, Kilian’ın düşünceleri
aklına takılan iki şeyde kaldı.
...
Nargoz kraliyet sarayında Nargoz tahtının
varisi Prens Oliver, Kan Saltanatı ve kraliyet konseyinin yetkili üyeleriyle
birlikte oturuyordu. Endişeleri yüzlerinden okunuyordu.
“Kim imparatorluğun vergileri götüren hava
taşıtlarını düşürüp üç günlük bir gecikmeye sebep olacağını ve bunu kralımızı
öldürmek için bahane edeceğini düşünürdü ki. İmparatorluk zalimliğinin eşi
benzeri olmadığını bir kez daha kanıtladı,” dedi saçlarına aklar düşmüş, al
gözlü ihtiyar Nargozlu meclis üyesi.
İmparatorluğun gaddarlığı karşısında hiçbir çareleri olmadığının
farkında olan birkaç meclis üyesi iç çekti.
“Nargoz asla imparatorluğa batan bir çıban
olmamıştır. Bu toprakları onlar izin verdiği için yönetiyoruz, onlar izin
vermediği için insan kanı içmiyoruz ve yasalarına uyuyoruz. Eğer imparatorluk
bizden kurtulmak istiyorsa, böyle bahanelere ihtiyacı yok. O hâlde bu neydi?
Bir uyarı mı? Yoksa bir hatırlatma mı?” diye devam etti bir dük, ama Oliver
solgun elini sallayarak lafını kesti.
“Ne yazık ki İmparator Niklas bizleri hain
olarak yaftalıyor, Uzlaşma’yı yenilemeye, Barış Engeli’ni bozmaya ve Balmarya
kıtasıyla irtibata geçip Yarasagiller Hanedanı’nından yardım istemeye zorluyor.
Savaşmaya hazırlıklı ve bizleri düşmanlarını hayati bir tuzağa çekmek için
kullanmak istiyor olmalı. Ancak ben nefes aldığım sürece böyle bir şey
olmayacak,” dedi Oliver, meclis üyeleri ve asiller de onaylarcasına başlarını
salladılar.
Yine de gönüllerinde bir tatsızlık vardı.
Nargoz, Yarasagiller Hanedanlığı’nın yancısı olarak hayatta kalamazdı. Ancak
Arkadya İmparatorluğu’nun baskılarına ne kadar dayanabilirlerdi?
“Kars Dükü’nden yardım isteyemez misiniz?
İkiniz sıkı dostlar değil misiniz?” diye bir teklifte bulundu ak saçlı konsey
üyesi, ama Oliver hemen dalga geçti.
“Dost mu? O gizemli adam onu gençliğinden beri
yetiştirip korumasına rağmen, Klaus’un hiç arkadaşı yoktur.”