Zanaatkâr Teknobaz
Nargoz Canavarı (2. Kısım)
Zanaatkâr Teknobaz – 9. Bölüm: Nargoz Canavarı (2.
Kısım)
Kars’ın parıltılı kristal surlarından
Nargoz’un kasvetli havasına gelmek, Kilian’a huzur vermiş, aklındaki iblisleri
yatıştırmasını sağlamıştı. İki muhafız devasa odasının kapısında duruyor,
diğerleri de sessizce odalarında oturuyordu.
Kilian’ın dediği gibi Yaralı Yürek’in on iki
üyesi gardiyandan başka bir şey değildi. Onu korumak yalnızca bir sonuçtu,
amaçları değildi. Onlarla savaştığından ve birden fazlasını öldürdüğünden,
Kilian ne kadar fanatik olduklarını biliyordu. Tıpkı Wilfried gibi onlar da Klaus’un
şerefi için yaşayıp ölüyorlardı, başka hiçbir şeyin önemi yoktu.
On ikisi herhangi bir şüpheli hareket var mı
diye tetikte dururken, Kilian göğsünü okşadı ve onun yerini hareketli,
holografik bir sahtesi alırken odadan kayboldu. Isı karşıtı sensör, Kilian’ın
hologramının aynı kızılötesi radyasyonu yaymasını sağladı ve on iki koruması
ortadan kaybolduğunu anlamadı.
Tıpkı Klaus’un dediği gibi, Wilfried bazen
fazla kafa yoruyordu ve gereksiz önlemler alıyordu. Eğer Kilian kaçmak isterse,
on ikisi de onu durduramazdı. Ayrılmış, görünmez moleküllere bölünen Kilian
duvarlardan geçti ve Nargoz’un Yarasa Kulesi’nin tepesinde yeniden ortaya
çıktı. Oradan kasvetli krallığa baktı.
“Baba, anne, burada ayaklanmamın ilk adımını
atacağım. Kan akacak, masumlar ve suçlular acı çekecek, ama döktüğünüz yaşların
intikamını almak için, kalbim yaralanacak olsa bile Klaus’un hayallerini
paramparça edene dek durmayacağım.
Eğer cennetteyseniz beni affedecek misiniz?
Eğer cehennemdeyseniz beni karşılayacak mısınız?
Ne olacağını bilmiyorum, ama bir gün sizi
düşvaride olmadan da yeniden gülümserken görmek istiyorum,” diye fısıldadı
Kilian ve kabilesinin adetlerine göre avuçlarını uzatıp yere kanını döktü.
Arkadyalılar inançlarını yitirmiş olabilirlerdi, ama uzak kabilelerin hâlâ
kadim gelenekleri vardı.
Kilian’ın soyu tükenmiş kabilesinde bir
çocuğun avuçlarını açıp ailesinin mezarına kanını dökmesi, ataya saygı
göstermenin en büyük şekliydi. Ne yazık ki Kilian’ın kanını dökebileceği bir
mezar yoktu ve yapabileceği tek şey kanını en yüksek noktadan döküp rüzgârın bu
damlacıkları sevdiklerine ulaştırmasını ummaktı.
Ölüm, yeni bir yolculuğun başlangıcıydı.
Kilian’ın da kabullendiği gibi, dünyada ne cennet vardı ne de cehennem,
yalnızca sonsuz reenkarnasyon vardı. Ama Kilian’ın açılan yarası anormal bir hızda
iyileşirken, gece yerini akşam karanlığına bıraktı ve Nargoz caddeleri korku
kokmaya başladı.
Doğumu ve büyümesi esnasında yaşanan bütün o
ritüeller ve genetik geliştirmelerden ötürü, Kilian Arkadya standartlarına göre
bile anormaldi. Görüşü, koku alması, fiziksel yetenekleri sayesinde, dra
manipülasyonu hakkında bilgisi olmamasına rağmen artık Viktor gibi Öz
Tapınakçılara rakip olabiliyordu. Hatta saf algı konusunda onları geride
bırakıyordu.
Eşsiz şartlarının kökenini anlayan tek kişi
Klaus'tu ve o da bunu o gizemli ihtiyar dışındaki herkesten gizli tutmuştu. Ve
şimdi bu koşullar, Kilian’ı Nargoz gecelerine karşı uyarıyordu. Yüzünde bir
tebessümle kollarını açtı ve aristokrat giysisinin altından kara plakalar
çıktı, kumaşı yırtarak Kilian’ı yürüyen bir meka kıyafete dönüştürdü.
Ay ışığını yutan obsidyen metali, aç gözlü bir
iblis şövalyeninkine benzer miğferi, çıkarılabilir enerji kanatları ve iki
buçuk metrelik boyutuyla, Kilian’ın güç zırhı, muhafızlarının Zurhlarını
solluyordu. Ama aslında onlardan çok da güçlü değildi. Klaus buna Düşmüş Melek
Zırhı diyordu, Kilian bu ismi her zaman kafa karıştırıcı bulmuştu.
Klaus’un laboratuvarından çıkma bir prototip
olan Düşmüş Melek Zırhı, Zurhlar ve Kristal Lord Zırhı arasında bir köprüydü.
Zurhlar ve Güç Zırhları aşırı eğitim gerektirse de yalnızca Yüksek Tapınakçılar
veya Kilian gibi anormaller Düşmüş Melek Zırhı’nın yükünü kaldırabiliyordu.
Kırmızı vizörünü aktifleştiren Kilian, elli
kilometre karelik alanı tarafı ve kendisini gizleyip Nargoz sokaklarına daldı.
Her ne kadar en başta başka planları olsa da Nargoz’daki kan soyundan gelme
komplocuları yakalarsa Oliver’ın ona köle olacağından şüphesi yoktu.
Erkekler, kadınlar ve çocukların hepsi
evlerine çekildiler. Eğer acele hareketleri ve korkmuş yüzleri durumu yeterince
açıklığa kavuşturmadıysa, kan avcılarının ve efendilerinin şehrin çeşitli
köşelerinden çıkması Kilian’ı tetikte kalmaya itmişti.
Nargoz sokakları sisliydi, çoğu yer şehrin
doğal sisine karışmış büyüyle kaplıydı.
Şu anda sokakları yanlarında altışar kan
avcısı olan on iki efendi koruyordu. Devasa köpekler hırladılar, kıpkırmızı
parlayan gözleri, bu ani sis bulutunun kaynağını işaret ediyordu. Bu avcıların
tamamı üst seviye Öz Tapınakçılar olmalarına rağmen, kaşlarını çattılar.
“Vakit geldi,” dedi kıdemli avcılardan biri,
kulaklık aracılığıyla konuşarak ve hemen sonrasında bütün akranları ellerini
uzattılar, upuzun kan mızraklarını çağırdılar ve dar köşelerden kesme sesleri
duyuldu.
Üç katlı bir evin tepesinde oturan Kilian,
sisin avcıların etrafında toplanmasını izledi ve tazıları dizilmiş hâlde bir
tehdit çıkarsa üstüne atılmak için bekliyordu.
Ve böylece başladı.
Çatırt!!
İlk avcı daha tepki bile veremeden yılanımsı
bir vücut arkasından çıktı, kollarını, uzuvlarını ve boynunu kuyruğuyla
sıkıştırdı ve bütün kemiklerini tek seferde kırdı. Avcının gözleri fal taşı
gibi açıldı, dudakları ayrıldı ve dili son sözlerini söylemeye çalışırken
sallandı, ama son sözlerini bile söyleyemedi.
Yılanın bulanık üst vucudu, avcıyı sardı ve
dişlerini boğazına geçirip etini yırttı ve damarlarındaki tüm kan fışkırdı.
Kırmızı sıvı fışkırırken yaratık bu kanın sefasını sürdü. Kilian bu iblisin
gerçek şekline ancak şimdi tanıklık edebildi.
Üst vücudu bir kadınınkine ve belinden altı da
devasa bir boa yılanınınkine benzeyen bu canavar tıpkı bir yırtıcı gibi hareket
ediyor, parlak kırmızı gözleri kana susamışlık saçıyordu. Başında düzinelerce mor
yılan vardı, hepsi de pullu kuyruğuna uyuyordu. Neşe ve susamışlık karışımı bir
hisle tısladı, yılanlar kan avcılarına atıldılar, sonsuza dek uzayarak
köpeklerini yediler.
Onları kontrol edecek avcılar veya kan
soyluları olmayınca, tazıların da pek bir etkinliği kalmadı ve vampirimsi
medusanın yılanlarına yemek oldular.
Yaratık dişlerini çıkarıp kan soylusunu
bırakınca, yılanları köpeğin boynuyla ziyafet çekti. Direnmenin anlamı yoktu,
avcı yere düşene kadar köpeklerinden geriye bir damla kan bile kalmamıştı.
Vampirimsi medusa, uzaktan evlere baktı, alay
edercesine güldü ve en yakındaki avcıya saldırmak için onları görmezden geldi.
Bunu gören Kilian, gülümsemeden edemedi.